25 Mart 2012 Pazar

METAFİZİK DEYİŞLER FELSEFE KİTABI

İÇİNDEKİLER

1.       İlksöz

Giriş

2.       Asla Uyma
3.       Metafiziğin Metafiziği
4.       Metafizik Deyişler’in Metafiziği : 1
5.       Metafizik Deyişler’in Metafiziği : 2

Bilim

6.       Bilimin Metafiziği
7.       Zamanın Metafiziği
8.       Canlının Metafiziği
9.       Gödel’in Metafiziği
10.   İkinci Sanayileşme’nin Ötetarihi
11.   Engizisyonun Metafiziği
12.   İnsan Olmak ve Acısı
13.   Duyguların Metafiziği
14.   Sevginin Metafiziği
15.   Aşkın Metafiziği
16.   Kadının ve Erkeğin Metafiziği
17.   Acı’nın Metafiziği
18.   Savaşın Metafiziği
19.   Claude Levi-Strauss’ta Etnolojinin Metafiziği
20.   Metafizik ve Dil
21.   Sözdilinin Metafiziği
22.   İnsanın Metafiziği
23.   Yazının Metafiziği : 1
24.   Yazının Metafiziği : 2

Sanat

25.   Şiirin Metafiziği
26.   Yazında Ölüm Metafiziği
27.   Müzikte Metafizik

Düşün

28.   Soyut İdeal ve Somut Eylem
29.   İnzivanın Metafiziği
30.   Uzaycılığın Metafiziği : 1
31.   Uzaycılığın Metafiziği : 2
32.   Uzaycılığın Metafiziği : 3
33.   Metaontoloji : 1
34.   Metaontoloji : 2
35.   Metafizik, Ontoloji ve Teoloji
36.   Epistemik Ontoloji
37.   Bilginin Metafiziği : 1
38.   Bilginin Metafiziği : 2
39.   Descartes ve Sartre ve Möbius
40.   Spinoza ve Möbius
41.   Kelebek ve Kierkegaard
42.   Kategorik Metafizik
43.   Metafenomenoloji
44.   Metaepistemoloji
45.   Olası Başlıklar

Ölüm

46.   Usta ve Ölüm
47.   Ölümün Metafiziği
48.   Ölüm ve Acısı : 1
49.   Ölüm ve Acısı : 2
50.   Ölüm Deyileri ve Ötesi

Ölüm Diyalogları

05.05.1991
10.05.1991
12.05.1991
13.05.1991
13.05.1991
15.05.1991
17.05.1991
20.05.1991
22.05.1991
28.05.1991
31.05.1991
05.06.1991
06.06.1991
06.06.1991
06.06.9191
17.06.1991
23.06.1991
25.06.1991
03.07.1991
20.07.1991

51.    Artsöz



 

 

 

 


İLKSÖZ


Metafizik, varlığıyla ve olmasıyla değil, yokluğuyla ve olmamasıyla tanımlıdır.

 

 


ASLA UYMA


Kaç mektup?
Hiçliğe yazılmış…
Kaç gün?
Ölüme verilmiş…
Kaç yaşam?
Boşaltılmış…

Kendin misin?
Miydin? Miş miydin?
Ben? O? Biri? Bir şey?

Sormak, başkaldırmaktır. Şimdi, gerçekte-aslında bir düşünce atlasına gereksinimim var; aslında belki yaşayacak başka bir gezegene gereksinimim vardır. Eğer öyle bir şey varsa, geçmişte bir uzaycıydım. Şimdi bir evrenciyim. Işık hızından hoşlanmıyorum, çünkü madde veya herhangi başka birşey tarafından sınırlanmaktan nefret ediyorum. Bu bir metafizikçi olduğum anlamına gelmez. Ben bir aşkıncıyım / öteciyim.



METAFİZİK

Metafizik, metafiziği ve metametafiziği, yani metafelsefeyi, metaontolojiyi, metafenomenolojiyi ve metaepistemolojiyi kapsar / kaplar ama bu metafiziğin her öteyi kapsamışlığı anlamına gelmez.

Burada birkaç novum-epsilon vardır:

Bir: Metametafiziğin metafiziğe dahil edilmesindeki mecaz artı-değer.

İki: Metafelsefenin metafiziği; metafiziğin metaontolojiyi, metafenomenolojiyi ve metaepistemolojiyi kapsamasında açıkta kalan istisnalar.

Üç: Metafizik ve fizik (bilim) sentezinde kullanılmayan, kastedilmeyen ve saptan(a)mayan ayrımlar, ayrıntılar ve küsuratlar.




METAFİZİĞİN METAFİZİĞİ


Fizik, varolan Dünya’yı tanımlar. Varolan Dünya, insanlar için algılanan Dünya’dır. Algılama ise, temelde görmektir. Görülen Dünya, tanım gereği doğrudan ve mecaz anlamıyla, ufkun içinde kalan Dünya’dır. Bu, kabaca yarıçapı iki buçuk kilometre olan bir dairedir. Yüz bin yıllık evrim-tarihi boyunca insan türü, algılama menzilini bu sınırdan, önce altı bin beş yüz kilometre yarıçaplı Yerküre’nin tamamına, oradan da yirmi milyar ışık yılı yarıçaplı Evren'in tamamına yükseltgedi. Yine de; bugün varolan insan nüfusunun tamamına yakını için varolan Dünya, algılama menzilleri içinde kalan, ençok elli kilometre yarıçaplı bir dairedir (ya da karşılığı alan). Yani, insanlar için varolan Dünya, Varlık tümeli değil, gördükleri / yaşadıkları alandır.

Metafizik ise, varolanın ötesidir, dolayısıyla algıladığımızın ötesindeki varlıklar ve hiçliklerdir. Küme matematiği gereği; tanımlanan kategori dışındaki herşey (başka bir deyişle ‘-değil’ler), evrensel kümeye ve mutlaka aittir. Oysa Metafizik’in tanımı, ikilemsel olarak Mutlak’ın da ötesini içerir. Varolanın ötesi varsa, varolmayanın da (Hiçlik’in de, Yokluk’un da) ötesi vardır. Bunu, sonsuz adımlı bir akıl yürütmeler dizisinin ilk iki adımı sayarsak, devamının da olacağını tasarlayabiliriz. Dizi matematiğine göre, sonsuz öğeli bir dizi, sınırlı-sonlu bir toplama (kaplama / kapsama) sahip olabilir. Yani; fiziğin metafiziğinin metafiziğinin (limit sonsuz yineleme) metafiziğinin tümlevi herhangi bir (sınırlı-sonlu) yeranda ‘Varlık-Hiçlik’ tümleşik kategorisinin kaplamını / kapsamını verir.




METAFİZİK DEYİŞLER’İN METAFİZİĞİ : 1

‘Metafizik Deyişler’, bir klein şişesi geometrisindedir. Metin örüntüsü, kendi üzerine bükülüp kendi yüzeyinden geçtiği için, bazı tümce-önermeler aynı anda iki karşıt anlam içerebilir. Bu, diyalektiği aşar ve ondan farklıdır. İlksözde değinildiği gibi ‘Metafizik Deyişler’, varlığıyla değil, yokluğuyla ilintilidir veya yazılma nedenleri fizikseldir, metafiziksel değil. İkilemsel olarak bu metinler, Metafizik’in sınırlarını da aşkınlık yoluyla genişletir; yeni hiçlik biçimleri veya metafiziğin metafiziği örneklerinde olduğu gibi.

Hiçlik, Yokluk’tan daha yoktur. Bir (artı veya eksi) sonsuz, diğer bir sonsuzdan daha sonsuz olabilir. Birden çok sonsuz, mutlak, tümel, tek tanrı olabilir ki bu da onları göreli kılar. Varlık, hem Yokluk’un, hem de Hiçlik’in karşıtıdır. Varlık ve Yokluk da tümleşiktir. Novum hiçlikler, yokluklar, varlıklar olabilir veya tasarlanabilir, tıpkı mutasyonlar gibi epsilon miktarlardaki Metafizik Deyişler onları arar, bulur, yaratır.




BİLİMİN METAFİZİĞİ


Sonlu sayıda bulgu, sonsuz sayıda soruyu yanıtlayabilir mi? Gödel’e göre sonlu sayıda bulgu, sonlu sayıda soruyu bile yanıtlayamaz. Oysa, sonlu sayıda öğenin sonsuz sayıda öğeye dönüşümü matematikte tanımlıdır. Ayrım, bilimin Evren ile ilgili her soruyu yanıtlayıp yanıtlayamayacağının yanıtı olacak. Koyut: Bu bir kanıt olamaz. Kanıtlama, (daha çok) birebir örtüşmelerle ilgilenir.

Yeni on / yüz / bin yılın bilimsel kritik eşikleri nelerdir? Yaşamın uzatılması, ışık hızında yolculuğun becerilmesi, sonsuz küçük uzayzamanın modellenmesi ve denklemlenmesi. Tarihe bakılınca eşdeğer paradigmaların, Aristo Mantığı - Euclid Geometrisi - Newton Fiziği gibi, uzak-ardışık yerzamanlarda gerçekleştirildiği gözlenir. Denkleme sonulca gelir, eşlenikleştirilmeleri apayrı bir süreçtir. ‘İkinci Sanayileşme’ denilen iki yüz veya bin yıllık bir süre alabilir. Aradaki zamanda, sözü geçen sorunsallar ve bunların kırınımları ile makro düzeyde; genetik mühendislik, uzaya yerleşim, boyut yırtılmasının tasarımı gibi paradigmalar ile mikro düzeyde uğraşılacaktır. Hangisinin nerede, nasıl, kimin tarafından, ne zaman becerilebileceği önceden kestirilemez ama bazı limitler alınabilir ve aralıklar tanımlanabilir.

Sonlu sayıdaki bu ve/ya diğer soru-nlar çözümlenince / yanıtlanınca, bilim bitmiş olacak mı? Bilim, öncül bir bilgi alanının başkalaş(tır)ımıyla oluşmuş bir makro paradigmatik alandır. Yeni bir kültürel modda, örneğin İkinci Sanayileşme’de, bilim yeni ve başka bir bilgi alanı olacaktır. Ona bilim denip denmemesi ise, bilgibilimsel değil, dilbilimsel bir sorun olacaktır.



 
ZAMANIN METAFİZİĞİ


Zamanda üst sınır ışık hızıdır. Bir kurama göre evrende özdeksel hiçbirşey ışıktan daha hızlı yer değiştiremez. Dolayısıyla bazı uzaklıklara varmak sonsuz zaman alır. Burada iki soru: Işık yer değiştirir mi veya ışık hızı diye bir şey var mıdır? Ya da şöyle denilebilir mi?: 10-35 cm’den daha küçük ölçekli uzayın geometrisi, birbirinden uzakta ama birbirine değen bir noktalar bütünüdür / kümesidir. Böylesi özdeksel bir şey, ölçek koyutsal olmak üzere, aynı anda birden çok uzayzaman noktasında var olabilir. Ya da bu önerme, nicel değişmeler nitel değişimlerdir, biçiminde dilegetirilebilir; yani o ölçekteki uzay, bu ölçekteki uzayın aynı değildir veya parça-bütün ilintisi açısından kendi-benzerlik yoktur. Buna zamanın uzaydan farklı (nasıl?) bir boyut olduğunu da eklemek gerekir. Boyutun ne olup olmadığı ise ayrı bir başlıktır.




CANLININ METAFİZİĞİ


Canlı cansızdan evrilmiştir. Felsefe açısından bu bir metafizik olgudur, mantık açısından bir başkalaşımdır. Canlının cansızdan evrimi, ‘nicel değişimler nitel değişimlerdir’ ve ‘belli bir kritik karmaşıklığı aşan negatif entropili ve oto organize sistemler anti-kaotiktir’ önermelerini içerir ve ikisinin birleşimini başka bir biçimde dilegetirir ve görüngüleştirir. Bu evrim, aynı zamanda çok uzun süreler boyunca kaotik-kozmotik sistem tanımları arasında çift yönlü dönüşümler geçirmiştir. Canlının cansızdan evrimi, milyarlarca yıl sonra, başka tür negatif entropili ve oto-organize (veya öz-kritik) canlı (veya ötecanlı) sistemlerin bugünkü canlılardan, şimdilik tanım gereği insan türünden, evrilebileceğini akla getirir.




GÖDEL’İN METAFİZİĞİ


Gödel Çıkarsaması: Herhangi bir sonlu sayıdaki koyutlar ve çıkarsama kuralları sistemi sabitse, bazı önermelerin ne doğruluğu, ne de yanlışlığı kanıtlanabilir.

Burada öğeler-işlemler dizgesinin açığı var. Zaten aynı konuda iki ayrı dizge  / dil kullanıldığı an, birinin diğerinin kapsamadığı / kaplamadığı noktaları / önermeleri kapsadığı / kapladığı baştan kabul edilmek zorundadır, çünkü birbirleriyle birebir örtüştüklerinde birbirlerine özdeş olurlar. Burada (mecazi) bir açılım: Her ikisinin (veya N’sinin) akıl yürütme yollarının diğerinin (veya diğerlerinin) geçmediği adımları kullandığını düşünebiliriz. Öyleyse iki soru(nu)-muz vardır: Kurduğumuz dizgelerin / dillerin kendi iç kuralları nelerdir ve araç olarak nasıl / nerelerde kullanılabilirler? Yine de toplamda gözden kaçırılmış, atlanmış, boş geçilmiş alanlar olabileceğini baştan kabullenmeliyiz; çünkü bir önermeler dizisi bir doğru parçasındaki noktalar gibi sürekli/sonsuz küçük değildir. Böylesi açıklar olmasa bilim, çoktan, enazından sonuncu yüzyılda, bütün soruları yanıtlamış olurdu.

Daha makro bir gözlemsel çıkarsama: Tarihte herhangi iki paradigmatik kritik eşik arasında bazı sorular eksik, yanlış veya tam yanıtlanabilir. Son dönemde Evren’in makro yapısı eksik, mikro yapısı yanlış ve Dünya’nın atlası tam olarak bilgileştirildi. Öyleyse soru şudur: Sonraki ne / nasıl / nerede / ne zaman / hangi / vd?



İKİNCİ SANAYİLEŞMENİN ÖTETARİHİ

‘Birinci Sanayileşme’ denilen, iki yüzyıl ve iki dünya savaşı aldı. ‘İkinci Sanayileşme’ denilen de, iki yüzyıl alacak ama iki dünya savaşı alamaz, çünkü dördüncü savaşı yapacak kimse kalmamış olacaktır.

Eğer gerçekleşirse, sabit bir dünya nüfusu, tahminen 20-25 milyar, durdurulup temizlenmiş çevre kirliliği, bugünden başlayarak enaz yüzyıl almış olacak, haftada 20 saat mesai, şimdikinin temelde aynısı eğitim sistemleri, ortalama yüzyıllık yaşam beklentisi umulabilir. Yanısıra cinayet, doğal afet, delilik, suç, savaş halâ var oluyor olacak. Aradaki fark ilerleme diyelim, için 30 milyar, varolan 5, aradaki sürede doğmuş ve ölmüş olacak 5, yaşıyor olacak 20, standart biyografi hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış gibi ölmüş olacak.

Aradaki fark, o zaman belki tümüyle durmuş olabilecek, uzaya yerleşim olacak. 1990’da 250 kişi uzaya gidip Dünya’ya geri dönmüştü. 2190’da 10.000 kişi uzaya gidip Dünya’ya geri dönmemiş veya orada doğmuş olup asla Dünya’ya gelmeyecek olacak. Yani iki yüzyıllık toplam kürel nüfusun on milyonda biri. Belki birileri, çok az kişi, Güneş Sistemi’ni terketmiş olacak. Muhakkak Dünya benzeri gezegenler keşfedilmiş olacak. Işık hızına yakın hızda yolculuğun becerilmiş olabileceği kuşkulu. Dolayısıyla evrensel bir ‘exodus’ (: çıkış) kestirilebilir: Asla eve dönmemek var, hatta asla ev yok.




ENGİZİSYON’UN METAFİZİĞİ :

Engizisyon, feodal-teokratik kültürel modun ölümcüllük kritik eşiğini geçmiş durumuna verilen addır; özelde Hristiyan dini ve Batı Avrupa yerelliğini imler. Aristo Mantığı tam-mükemmel durumuna bu dönem boyunca yükseltgenmiştir. (Eğer Aristo Mantığı’nın ait-içkin olduğu Antik Yunan kültürel modunu Engizisyon’unkinin iki öncekisi sayarsak bu olası bir korelasyonu imler.) Buradaki ilintiyi-parametre, ölümcüllük-mükemmellik arasında olandır. Engizisyon olsun, karşıtsavı olarak tanımlanan Rönesans olsun, kültürel mod olarak asal-tam değildi. Süreksiz, karışık, ardışık adımlardan / birimlerden oluşuyorlardı. Neden-sonuç ilintisi açısından bu parçacıkları, asıl / asal neden-sonuç varlıklarının bazı dolayımlarla / katalizörlerle fenomenleşmesi olarak tanımlarsak topolojik tarihsel modele bir öntaslak kurmuş oluruz.

Göründüğü durumuyla Engizisyon, bir kültürel yokoluş / yokediş sürecidir. Oysa, hem Rönesans’lara itki oluşturduğu, hem de kökeni ta Onikinci Yüzyıl’a geriletilebilen Birinci Sanayileşme süreçlerinin öncüllerini içerdiği için bir varoluş / varediş sürecidir de. Bu durum, hem kültürel oluşumların çift yönlülüğüne, hem de artı-artı (soyut / somut) değerlerin başkalaşım / aşkınlaşma yarat(a)madığında, eksi(-eksi) değerlere dönüşebilme mantıklarının ipuçlarına delalet eder. Engizisyon (ve ileride Faşizm) Metafiziği, bu var-yok ontolojilerini, fenomenolojilerini ve epistemolojilerini tartışır. Bu argüman, İkinci Sanayileşme’ye ilişkin bir arketip / prototip metaepistemoloji için bir veri tabanı da araştırır.




İNSAN OLMAK VE ACISI


İnsan olmak acı çekmektir. İki yönüyle: Ölümlülük ve evrim-tarih sonunda halâ gecede ve çocuklukta kalmış olması nedeniyle. Yaşam boyunca şu ya da bu acı dindirilebilir ama ne yazık ki Acı’nın kendisi hep bakidir.

İnsan olmanın acısı, yetişkinlikte gelir, yaşlılıkta artar ama keskinliği azalır. Yaş ilerledikçe ölecekliğin acısıyla insan olmanın acısı birbirine karışır.

İnsan olmak hatalı olmaktır. Hatalı olmayı bilinçsizce kabullenebilmek hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış gibi ölmek demektir. Düşünen bir zihin ise hatalı olmayı asla ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış gibi ölmek demektir. Düşünen bir zihin ise, hatalı olmayı asla kabullenemez ama düşünen bir zihin oluncaya dek ki yaşamın tortuları, zehirleri, gürültüleri mükemmel bir zihni yeterince bozar ve yolundan saptırır. Bu, on bir bin yıllık ‘tarih’ denilen sonunda kurtulunamamış bir ikilemdir / handikaptır.




DUYGULARIN METAFİZİĞİ


Sevgi’nin karşıtı Nefret değil, Acı’dır.
Acı’nın karşıtı ise Sevgi değil, Bilgi’dir.
Bilgi, sevgisizlik ve nefretsizliktir.
Sevgisizlik ve nefretsizlik, asal-yalnızlıktır.

Öyleyse:

Bilgi ve Yalnızlık, birbirine hem özdeş, hem de karşıttır.

Ve/Ya:

Umutsuzluk, Yalnızlık ve Asal Bilgi-Sevgi demektir.


 


SEVGİNİN METAFİZİĞİ


Sevgi, bir Varlık’tan (Ontos’tan) çok, bir Sözcük’tür (Epistem’dir). Aslına bakılırsa Varlık da, bir varlıktan çok bir sözcüktür; yani kurmacadır. Buradaki ilk görüngüsel ikilem, o belirsiz somut-soyut ayrımındadır. Varlık, cisim anlamını taşıdığında somuttur, sevgi anlamında ise soyuttur. Sevgi, zihinsel-kültürel tümleşik bir kavram-varlıktır. İçgüdüsel sevgiye bakarsak somuta yakın bir varlıktır. Kültürel yönü ise neredeyse tümüyle soyuttur. Örneklenirse, oksitosini gözönüne alınca sevgi somuttur ama kültürdeki tanımıyla kaypak / muğlak bir soyutluk olarak kalmıştır. O nedenle, A’yı seviyorum, dersem ne dediğimi anlamayacağım.




AŞKIN METAFİZİĞİ


Aşk iki ikili içerir: Sevgi-nefret ve kavuşmak / birliktelik – ayrılmak / yitirmek.

Bir kadını sevmek mi daha çok acı verir, ondan nefret etmek mi? Sevmek ve nefret etmek tümleşiktir. Bir kadına kavuşmak mı acı vericidir, onu yitirmek mi? Sanılacağının tersine birliktelik ayrılıktan / yitirişten daha acı vericidir. Özellikle uzun dönemli birliktelik öldürücü bir acı kaynağıdır. (Düz mantık kullanarak, kısa ilişkilerin enaz acı ve ençok haz verici tarz olduğu çıkarsanamaz.)

Bir varlık, kendini, bir başkasını ve/ya herkesi sevebilir. Varolmak, tek başına yeterince acı verici olduğundan dolayı, kendini sevmekten çok, kendinden nefret etmek makuldur. Aynı biçimde, bir başkası olan bir kadını sevmek ve (genelde olumlanan durum olan) onunla birliktelik de acı vericidir, çünkü dayanılmazdır. ‘Türünü sevmek’ olarak adlandırılabilecek insan sevgisi ise, öldürücü derecede acı verici olacağından, insanlardan nefret daha az acı verici ve daha makul olan yoldur.

Aşk’ın hemen her türü acı verici olmasına karşın, Acı gibi kaçınılmazdır. İlkin, belli bilgi türleri ancak aşk yoluyla elde edilebileceğinden dolayı; ikincisi, şaşırtıcı biçimde içgüdüsel olması dolayısıyla.

Öyleyse Aşk, Varlık ve Hiçlik’in, Yaşam’ın ve Ölüm’ün, Kadın’ın ve Erkek’in acı verici ve kaçınılmaz bir parçasıdır.




KADININ VE ERKEĞİN METAFİZİĞİ

Kadın yoktur. Bundan büyük mucize olamaz. Çünkü bir dişinin önünde, aşması için yaşantısının enaz üçte birini vermesi gereken bir varlık-engel yoktur. Erkek vardır. Bundan büyük felaket olamaz. Çünkü bir erkeğin önünde, aşması için yaşantısının enaz yarısını vermesi gereken bir varlık-engel vardır. Ama bu iki durum asla, aseksüalite (frijidite, nötralite, ayırtsızlık) ve homoseksüalite (her iki cins için de) olağandır / kaçınılmazdır / gereklidir anlamına gelmez. Dişilerin hiçbiri Kadın olmayı öğrenemedi / beceremedi (veya kayıtlı epsilon-istisna yok) ve erkeklerin hemen tamamı Erkek olmayı öğrenemedi/beceremedi (veya kayıtlı epsilon istisnalar var ama yetersizler). Artı Kadın-Erkek ilişkisi var olamadı / edilemedi ya da on bir bin yılda birarada (yaşamı ölüme dönüştürmeksizin) yaşamayı öğrenemediler.




ACI’NIN METAFİZİĞİ


Acı’nın dışsal-somut-içkin ve içsel-soyut-aşkın olan iki yüzü vardır; bunlar çelişmez, tümleşiktir, yani birbirini tamamlar.

Yüzbin yıldan bir milyon yıla uzatılabilen evrim-tarihi boyunca insan, dışsal-somut-içkin acıların içsel-soyut-aşkın Acı’lara dönüş(türül)-mesiyle başkalaşmıştır. Diğer bir deyişle, insanı insan yapan Acı’dır, acıyı Acı yapan da Acı’dır.

Acı; korku, nefret, öfke, sevgi, sevinç gibi temel olduğu varsayılan insansal duygulardan farklıdır. İçgüdüsel ve coşumsal yönü zayıfken bilisel (kognitif ve informatik) yönü güçlüdür. Bilgi, Acı’nın hem karşıtı, hem de özdeşidir.

Eğer bir insan Acı çekmezse, Dünya’da varolmaya başladığı aşamalardan ötelere yol almak için, hemen hiçbir biçimde çaba göstermez. Fiziksel dünyanın sınırları içinde kalır. Ölümlü olduğu için de, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp hiç yaşamamış varolmamış gibi ölür ki bu Hiçlik’tir.

Varolmak, kendinin, cinsin, insanın, canlının, özdeğin sınırları yüzünden acı vericidir. Eğer bunlar olursan çarmıha gerilirsin. Eğer bunlar olmazsan evrilebilirsin ama sürekli acı çekersin.

Acı, insan için kaçınılası bir duygudur. Bu da ‘a priori’ bir varlık koşuludur, tıpkı diğerleri gibi. Oysa, insan olmaya aşmak içinse, Acı çekmek gerekir, ta ki Acı zihni bambaşka bir varlık durumuna dönüştürsün.




SAVAŞIN METAFİZİĞİ

 

En keyifli savaş, iki düşmanın istemeden, silahları ve bedenleri yıprananarak, birbirine üstün gel(e)memecesine, sonsuz kıyımda karşılaştığı durumdur. Onurlu düşmanına öfken ves saygın seni yaşatır. Ölümü erkene almanın ve o anda ölmenin anlamsızlığı ortaya çıkar. Savaşın amacı, anlamı, nedeni, değeri yoktur. Yine de de savaş dövüşmeyi öğretir. Asıl önemlisi, hiçliği ve nefsini yok etmeyei öğretir. doğum ve ölüm gibi, savaş da verili bir koyuttur. Tek seçenek, onu bilincimize alabilmektir.

 

(10 Şubat 1995)



CLAUDE LEVİ-STRAUSS’TA ETNOLOJİNİN METAFİZİĞİ

Bir antropolog veya etnologsun. “İster, hiçbirşey anlayamadığın, daha da kötüsü, sıkıntı veren ve alay konusu gibi gelen şaşırtıcı şeylerle karşılaşan eski türde bir gezgin ol; yitirirsin. İster, yitmiş bir gerçekliğin kalıntıları peşinde koşan çağdaş bir gezgin ol; yine yitirirsin. Her iki durumda da, bazı gölgeler karşısında sıkıntıdan bunalırken, o anda biçimlenen gerçek görünüme, onu gözlemleyebilmek için gerekli algı-duyu yollarından yoksun olduğun için, kapalısın. Bulduğun herşey seni yaralar ama çevreyi yeterince gözlemediğin için sürekli kendini suçlarsın.” (x)

Ya-ya da... Ne-ne de... Hem-hem de... Hem ne-ne de, hem de hem-hem de... Ne ne-ne de, ne hem-hem de... Açar yok, çünkü bir seçim sözkonusu değil...

Olası bir açar: Parçacıkların toplamını limit sonsuzda tümlevle bul. Sınırlı-sonlu bir kaplama / kapsama ulaş. Su üstünde yürümeyi öğren ve sonra bırak.

İşte varılan bu nokta, sibernetik kültürolojiye bir başlangıçtır.

(x) C.Levi-Strauss, Hüzünlü Dönenceler, 1994, sy.42, YKY.




METAFİZİK VE DİL


Sözdili, diğer duyu-diller (asallar: motor, kimyasal, görsel, işitsel) içinde kendisi hakkında konuşabilen tek dil olarak tanımlanır. Bu bir tür, kendi üzerine / içine katlanmadır / yoğrulmadır. Metafizik ise, olmayan birşeyi tanımladığı için, tam tersine, sözdilinin dışına katlanması demektir. Böylelikle Metafizik Deyişler kendiliğinden ters yönlü iki düğümle söze başlıyor olur.

Sözdilinin, mantık önermelerine ve matematik denklemlerine başkalaştırılmışlığı nedeniyle kendiliğinden metafizik yönelimleri vardır. Demek ki Metafizik, sözdili veya başka araçlar yoluyla başkalaştırılabilir ve aşkınlaştırılabilir. Felsefe tarihi boyunca ayrı yerzamanlarda Metafizik’e yüklenen anlamların değişimi de bunu gösterir.




SÖZDİLİNİN METAFİZİĞİ


‘Evren’, en kapsamlı sözcük-küme midir? Evren, İnsan’ın üstkümesidir. İnsan, Dil’in üstkümesidir. Dil, Sözdili’nin üstkümesidir. Sözdili, varolmuş, varolan ve varolacak herhangi bir dilin üstkümesidir. Herhangi bir dil olan Türkçe, bütün Türkçe sözcüklerin, dolayısıyla Evren’in üstkümesidir. Evren, kendi kendisinin altkümesi mi, denk kümesi mi, yoksa üstkümesi midir?

İnsan, Dünya’nın altkümesidir. Dünya, Evren’in altkümesidir. İnsan, Evren’in altkümesidir. İnsan; anti-kaotik, çok karmaşık, eksi entropili, eksi dirim geri beslemeli nitelikli bir kümedir. Bir özellik, bir nesnenin (kümenin) altkümesidir. Düşünce, İnsan’ın niteliğidir, dolayısıyla İnsan’ın altkümesidir, dolayısıyla Evren’in altkümesidir. Düşünce, atomu parçalayarak ve/ya katlı boyutları açarak uzayzamanı dönüştürerek Evren’e novum (üstkümesel) etkide bulunabilir. Bir novum, bir kümenin öğesi midir, durumu belirsiz midir, ondan aşkın mıdır? Düşünce, anti-kaotik ve eksi entropili novumları nedeniyle, İnsan’ı ve Evren’i başkalaştırdı, başkalaştırıyor ve başkalaştıracak. Düşünce, Evren’in altkümesi midir? İnsan, Evren’in altkümesi midir, yoksa üstkümesi midir?

Şerh: Burada, Parça’nın Bütün’den büyük olabileceği bir sistematikten sözediliyor.




İNSANIN METAFİZİĞİ : NEGATİF-ENTROPİLİ, ÖZ-KRİTİK VE ANTİ-KAOTİK BİR VARLIK OLARAK İNSANIN EVRİMİ

Özdeklilik-canlılık (ölümlülük) ve insan-cins-kendi koyutlu bir varlık olarak İnsan türü yüz bin yıllık evrimi ve on bin yıllık tarihi sonucu bazı kesinleşmeler gösterdi. İlki, 1945’te iki atom bombasının patlatılmasıyla görüngüleşen / simgelenen türün kendi sonunu kendi eliyle getireceği gerçeği. İkincisi, 1957’de ilk yapay uydunun dünya yörüngesine oturtulmasıyla görüngüleşen / simgelenen türün yeni bir türe şimdilik kültürde dönüştüğü ve başkalaşacağı gerçeği. İkisi birarada bir mutasyon-metamorfoz gösteriyor. Buna İnsan türünün asla aslı / doğası olmadığı gözlemini eklersek, düşüncenin insan zihninde / kültüründe ortaya çıkışının, Evren’de olalı sonsuz sayıdaki negatif-entropi-anti-kaos görüngüsünden yalnızca biri olduğu sonucuna varılır. Öyleyse, Dünya gezegeni ile sınırlı-sonlu olarak tanımlı olan bu niteliğin evrimi başka yerzamanlarda sürecekse insan başkalaşacaktır, çıkarsaması olağandır. Tersi durumda İnsan türü, ya kaplumbağalar gibi milyonlarca yıl evrilmeden varolmayı sürdürecek, ya da dinozorlar gibi değişen çevre koşullarına ayak uyduramayıp yokolacaktır.

Öyleyse, artık İnsan-ötesi.




YAZI’NIN METAFİZİĞİ : 1


Yazı, sanat ve/ya edebiyat olarak değil, mantık ve matematik, yani bir ötedil olarak, ölümlü olmanın dehşetiyle ölümsüz olmanın yüceliğini varlığında birleştirebilir. Başka bir deyişle yazı, başkalaşmış başkalaşıma, yani aşkın evrime giden birden çok yol açabilir. Bunların bazıları bilinir, Kafka ve Don Juan (Carlos Castenada) gibi; bazıları bilinmez. Bilinmeze adım atıldığı an, dehşet ve erinç aynı anda birarada duyumsanır: Aynı anda hem Everest dağı, hem de Mariana çukuru olunur.




YAZI’NIN METAFİZİĞİ : 2


Borges kendisiyle yapılan bir söyleşide, bütün yaşamımız boyunca eserlerimizde yaptığımız şey yalnızca kendi yüzümüzü resmetmektir, der.

Yazı aracılığıyla çizilecek bir asıl yüz yoktur oysa... Çünkü; benlik, kimlik, özne, kendi, birey, kişilik yalnızca yanılsama sonucu oluşturulmuş kavramlardır ve Batı Avrupa Kültürü’nün ufkunun sınırını çizerler. Gerçekte çizilen, aynı anda yazanın zihninin ve kültürünün atlasıdır ki yön gösterecek kutup yıldızı çoğunlukla elde yoktur. Borges’in yaptığı söylendiği gibi on bin kitap okumak, eğer bir kavramsal çerçeve yoksa, okuyanı hiçbir bütüne ulaştıramaz, yalnızca kendi çevresinde kısırdöngüde dolandırır durur. Kavramsal çerçevenin kendisi de, okuma süreci boyunca kaotik yollarla oluştuğu için, okumak topolojik bir süreçtir. O nedenle, ikinci ve n’inci okumalar, hem okuyan değiştiği için, hem de okunan metnin konumu / anlamı değiştiği için, her kezinde yenilenen eylemlerdir. Okuma sözcüğünün yerine yazma’yı koyduğumuzda yazının ötelerine geçebiliriz.




ŞİİRİN METAFİZİĞİ


Şairler aptal insanlardır ve şiirin asla saatı değildir. Şairler hezeyan dolu isteriklerdir. Şiirin tarihde düzyazıdan önce ortaya çıkması, onun lehine değil, aleyhine bir durumdur. İlkel bir form olup aşıldığını gösterir. Şiir asla fizik alanda seyretmez, hep metafizik haleler ve gölgelerle ilgilenir. Şiirin ancak bir türü dayanılabilirdir: Mantık önermelerine ve matematik denklemlerine, sözdilinin karanlık yönünden yaklaşan sözcük-tümce kırınımları olarak. Şiir imkansızlıkta doğar ama çıkış aramaz. Şiir yazmak yalnızca çaresizlikten ağlamaktır. O nedenle şairler korkaktır. Öleceklerine ve/ya öldüreceklerine şiir yazarlar.




YAZINDA ÖLÜM METAFİZİĞİ : KAFKA VE MİLENA

Kafka, Yirminci Yüzyıl’ın en büyük faşizmi kabul edilen Alman Nazizmi’ni öngörmüş bir yazardı. Alegorik biçimde toplama kamplarını öngördü ve gerçekleştirilmelerinden onbeş yıl önce genç sayılacak bir yaşta gırtlak vereminden öldü. Sağ kalsaydı bir olasılık oralarda can verecekti. Kafka, yaşamında yalnızca birkaç kadınla ilişkiye girdi. Bunlardan biri Milena’ydı. Kafka, Milena’yla yattığı zaman büyük bir mutsuzluğa kapıldı ve bir bakıma ilişkisizliklerine bu olay yol açtı. Geriye, bu ilişki süresince Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar kaldı. Milena’nın Kafka’ya yazdıkları ise halâ yitikler veya çoktan yokoldular. Kafka, yahudi bir erkekti. Milena, yahudi olmayan bir kadındı. Kafka, 1924’te öldü. Milena, Yahudiler’e yardım ettiği gerekçesiyle 1940’ta toplama kampına kapatıldı. 1945’te savaşın bitmesine çok az bir süre kala orada öldü. Sağ kalsaydı bir olasılık Ruslar’ın eline geçip Sibirya’da ölecekti; çünkü eski bir komünistti ve kamptaki arkadaşlarının bir bölümünün sonu böyle oldu. İkisi de olabileceğinden erken öldü ve alçalmadılar.

Soru kipleri:

Kafka ve Milena, birlikte olabilirler miydi? Kafka sağ kalsaydı, toplama kampına kapatılmaya gönüllü mü olur, yoksa ABD’ye kaçıp Mann veya Hesse gibi McCarthy’ci mi olurdu? Milena, bile bile neden Prag’ı terketmedi? Bir bakıma Kafka’ya karşı olan hatasını mı ödüyordu, bilerek veya bilmeyerek? Kafka ve Milena, İsrail devletinin kuruluşunu ve Filistinliler’in katledildiğini görselerdi, hangi tepkiyi gösterirlerdi? Kafka açlık şampiyonu ve panter olmak arasında hangi seçimi yapmış oldu? Kafka ve Hassel, İkinci Dünya Savaşı sonralarında cephede karşılaşsalardı, birbirlerine nasıl davranırlardı? Milena, Julia’nın sonunu bilseydi, yine aynı davranır mıydı? Kafka ile yattığında gerçekte neler düşünmüştü / hissetmişti? Kafka’nın onu iki günde bir dövüp habire hamile bırakan bir lümpen olması ve aynı şeyleri yazması durumunda ne yapardı? Hem ondan çocuk doğurup, hem de çevirilerini mi yapardı?



MÜZİKTE METAFİZİK


20. Yüzyıl’da üretilmiş çalgısal müzikte ölüme yaklaşmış iki eser vardır: Miles Davis ve Marcus Miller’ın ‘Siesta’sı ve Astor Piazzolla’nın ‘Pulcasion’u. İlki, bir romandan uyarlanarak çekilen bir filmin müziğidir. Romanın konusu doğrudan ölümdür; Siesta, ölümden önceki kısa uyku-rüyadır. İkincisi, Latin Amerika kültürünün proleter-lümpen bir altkültüründen gelen tangonun, 25 yıllık bir süre boyunca damıtılması, geometrikleştirilmesi ve mükemmelleştirilmesi sonucu gerçeküstü müziksel formlari çerir. Zaten tango, doğrudan aşk ve ölüm demektir. Dolayısıyla her iki eserin çıkışı da, varışı da ölümdür. Her ikisi de altmış yaşını geçmiş, yani kendi bedensel ölümlerine yarkın müzik ustalarınca yaratılmıştır.

Müzik; saf işitsel, dolayısıyla görsel ağırlıklı algı-zihin sistemimizin ulaşılmayan noktalarına değebilen bir sanat formudur. Duygularımızın dibine ve ötelerine anında dolaysızca ulaşır. Ölüm de dolayımsız bir duygudur. Öyleyse müzik, bizi ölüme bedenen ölmeden eriştirebilir ve geri getirebilir. Buna ‘ölümün metafizik deneyimi’ denir ve bilincin olmazsa olmaz bir parçasıdır.

Klasik Avrupa Müziği’nde, özellikle Requiem’ler aracılığıyla bunun becerilebildiğini önesürenler vardır. Bu eserlerin ve bestecilerinin hatası Tanrı’yı içermektir. Metafizik yanları olsa da, ölümün Tanrı ile hiçbir ilgisi yoktur; çünkü ölüm vardır ve Tanrı yoktur.

Ölüme sağ iken yol almak, bir ustanın yardımını / izleğini gerektirir, her usta da bunu beceremez. Kafka ve Fassbinder ölüme taşır ama geri getirmez, Don Juan ise sınıra kadar götürür ve orada kalır. Ölüme yol almak, bilinmeyene gidiş ve bilinenle geri dönüştür. Geri dönmeyeceksek zaten bir rehbere gereksinmemiz yoktur. Kamikazelerin asla ustası olmadı ve her kezinde hedeflerini buldular.

Öyleyse usta müzikçiler aracılığıyla, onların kendi ölüm deneyimlerini yansıttıkları / süzdükleri eserlerinde ölüm deneyimini ölmeden yaşayabiliriz. Bu bir özyaşamöyküsü okumak gibidir, yaşamadan öğreniriz. Davis, Miller, Piazzolla ve eşlikçileri bunu başarır. Onların ölümünü müziklerinde duyarız ve yaşarız. Bu müziğin metafiziğidir.


TANRININ METAFİZİĞİ


Birşey varolduğu için yaratılmış olmak zorunda değildir. İnsan varolduğu için Tanrı tarafından yaratılmış olmak zorunda değildir. İnsan, ne doğduğu, ne de öleceği için teoloji ve/ya teleoloji gerektirmez. Varlık, herhangi bir anlam-neden-değer aksiyolojisi olmaksızın da varlıktır. Eğer öyle söylemek gerekiyorsa, tanrı İnsan’ı değil, İnsan Tanrı’yı yarattı.

Evrim-tarih boyunca insan, algıladığı Doğa’nın / Evren’in olduğu gibi nasıl olduğunu anlayabilmek için binlerce tanrı icad etti. Onbin yılın sonunda üç tane tek tanrılı, üç tane de sıfır tanrılı makro-ideoloji-metafizik geriye kaldı. Böyle olması büyük sayılar kuramı açısından mantıklıydı. Mantıksız olan, bunların birbiriyle ilişkisidir.

Üç tek tanrılı din birbirini değiller, dolayısıyla üçü de geçersizdir. Eğer birbirlerini kabul etselerdi yine geçersiz olacaklardı. Üç sıfır tanrılı ideoloji ise, hem içiçedir, hem de bazı yanları birbirinin dışına sarkar. İlk üstkümenin tersine bunlar evrimlerinin sonuna henüz gelmedikleri için ortada belirsiz bir durum vardır. Olası bir sonul durum, Avrupa Dış Bilimleri - Asya İç Metafizikleri sentezlemesidir.

Tanrı, insanların tamamına yakını için zihinsel / kültürel bir gereksinmedir. Mantık açısından ise gereksiz bir hata fonksiyonudur. Buradan da, insanların bir bölümü için tanrının, bir bölümü içinse mantığın ölümcül bir yük olduğu çıkarsanabilir.



SOYUT İDEAL VE SOMUT EYLEM


Bir ideal bana / bize nasıl davranılacağını söyleyebilir mi? Bir ideal ne / hangi eylenebileceğini söyleyebilir mi? İdeal belirli bir yerzaman somutluğuna izdüşebilir mi? İdeal uygulanıyorsa, soyutluğunu yitirmez mi?

Bir tanrılı din (tanrısız dinler olduğu varsayılıyor, panteizm gibi) bir inananına ne yapacağını, yani tanrıya nasıl yakınlaşabileceğini söyleyebilir mi? Bir tanrı mutlakken onu görelileştirmek sayılmaz mı bu ve ‘sirk’ sayılmaz mı?

Tanrı ile kul, ideal ile idealist arasına girilmez, girilemez, girilmemeli: Tanım gereği. Hangi ideal/ideoloji ki aracılar kullanır, kendiliğinden engizitörleşir. Neden? Akış yönünü zorla tersine çevirdiği için...

Aslına bakılırsa (t)özde tüm idealler faşist değil midir? Bireylerin, grupların ve toplumların, kendinden olsun veya olmasın, ne yapacağını ve ne yapmayacağını zor / öldürme yoluyla belirlemek nedir? (Bunu tersi, kendiliğindenlik veya sivil toplum ile tanımlı değildir.)

Soyut ideal ile somut eylem arasında hiç mi geçişim yoktur? Yokluğa limitlenen kırınım saçakları ile belki evet ama her zaman değil. Zaten, idealleri yaratanlar insanlardır ve onları birşeylerin varlığından dolayı değil, yokluğundan dolayı tasarlamışlardır: Ahlak gibi. En ideal ahlaklar, en pratik ahlaksızlıklar yerzamanlarında düşlenmişlerdir. O nedenle daha çok kabusturlar.

Soyut ideal ve somut eylem karşıtlığında / olanaksızlığında kafkaesk durumlar doğar. Gerçek aşkınlar, bu imkansızlıkta yollarını bulurlar; çoğunluk olarak değil, ölerek...



İNZİVANIN METAFİZİĞİ


Tibet’te Budist lamalar (iç metafiziği ustaları), bir kişinin çömez adayı olabilmesi için,o nu yirmi yıl boyunca (yedisinden yirmi yedisine gibi bir yaşantı aralığında) Himalayalar’da bir buz kovuğunun içinde yapayalnız bırakırlarmış. Kendisine her gün bir dilim ekmek ve yanına çok az katık verilirmiş. Böylesi bir örnek zorunlu bir inzivadır ve bir bakıma Buzul Çağı boyunca, ilkel insanın mağaralarda düştüğü duruma benzer: sonsuz karanlık, oğuk, sessizlik, yalnızlık, içe-dönüklük, uyku. İnsan sonunda muhakkak, sanrılar, hayaller, düşler, gündüzdüşleri yaşar. Bunların hepsi içseldir, içrektir, içkindir, çünkü hiçbir duyu-algı zihni beslemez. Aşkınlığa başlamak için yaşamın üçte biri: İşte bu. İster kalabalıkta, ister tek başına inzivanın metafizik gücünün temeli: Uzun, yavaş, belirsiz, sebatlı, sabırlı, sakin, yumuşak, derin bir süreç.


 


UZAYCILIK VE METAFİZİĞİ : 1


“İnsan, gezegenini terk edip dış uzaya açılarak bir evrim suçu işledi; evrendeki yerini belirleyen kuralları, zaman ve uzay yasalarını çiğnedi. Uzayda yolculuk etme hakkı başka bir canlı türüne aittir; işlediği suç yerçekimi yasalarını hiçe saymanın hak ettiği bir cezayı gerektirir. Uzay’a her uçuş / yolculuk, zaman ve uzay algısına hasar veren bir travmadır. Kendi gezegeninden ayrılmak bir evrim korsanlığıdır, bunun için zamandan sürgün cezası gelir.” (x)

Uzaycılık, yani uzaya gidiş ve yerleşiş düşüncesi ve eylemi, İnsan’ın evrim-tarihinde bir başkalaşımı gösteren bir süreksizlik-sıçrama idi. İnsan türü, temelde içkin bir kategori olduğu için, bu aşkınlığın metafiziğini içkin ve aşkın referanslar yoluyla ele almak, metafiziğin metafiziği yoluyla, iki karşıtlamın / değillemenin asıl etmeyeceğini kanıtlayacaktır (aynı zamanda İnsan’ın doğası denilen bir aslı olmadığını da). Alıntı, içkin bir örnek-referans. İnsan türünü Dünya gezegeniyle özdeş sayan bir referans ölçeği / ölçütü var. Bu ölçeğin değiştirilmesine (daha çok genişletilmesine) antropomorfik bir ahlakla olumsuzlayarak karşı çıkıyor. Oysa edimi baştan geçersiz. ‘Uzaydaki İnsan’ ‘Dünyadaki İnsan’a özdeş değildir. Yeni kategoriye on bin (aslında yüz bin) yıllık dar bir yerzaman referansı uygulanamaz. Ters yönlü iki ideolojik basınç, Uzaycılık’ı, daha henüz tam gerçekleştirilmemiş olduğu halde, şimdiden bir tür kültürel-evrimsel bir kritik eşik durumuna getirmiştir. Uzaycılığın metafiziği bu göreli fizik sınırın aşılması süreçleri ile ilgilenir.

(x) Ballard, Yakın Geleceğin Mitosları, Ayrıntı, 1993, Sayfa: 84.




UZAYCILIK VE METAFİZİĞİ : 2


Uzaycılığın teleolojisi (: erekbilimi) yoktur; yani uzaya gitmek, yerleş-mek ve Dünya gezegeninden ayrılmak, insan türü için metafizik bir erek değildir. Tam tersine, türünü sürdürebilmek ve evrilebilmek için fiziksel bir yoldur; diğer yollar da bulunabilir ve tanımlanabilir. Bulunabilmiş ve bulunabilecek tüm yolların haritası, türün en az on bin, en çok yüz bin yıllık evriminin açılımını tanımlayacaktır.

Dünya’da kalmanın açmaz bir yol olduğu düşüncesine, bir milyon yıldan on bin yıla değiştirebilen türün evrim-tarihini tümevarımla tartışınca varılır. Binden çok evrimsiz altkültür doğmuştur ve listelenmiştir. Hatta bir bakıma, en son ortaya çıkmış Birinci Sanayileşme ve henüz oluşmakta olan İkinci Sanayileşme kültürel modları bile açmazlarıyla bu listeye konulabilir.

Uzaycılık, bir ütopya da değildir. Zaten tüm ütopyalar uygulandıklarında, kuram gerçeğe tam dönüştürülememiştir. İnsan için pratikte ideal olan yoktur. Uzaycılık bir ideal de değildir. Pratik açıdan ise, henüz aşılamaz görünen çözümsüzlükler şimdiden ortaya çıkmıştır: Bir insan uzayda bir yıldan çok yerçekimsiz kalınca, kemik erimesi gibi bedensel ve ölüm takınağı gibi zihinsel bozunumlar göstermektedir. Tabii bu, Dünya gezegeni 500 kilometre aşağıda göz önündeyken böyledir. Geri dönüşsüz bir yolculuk, diyelim en yakın Dünya benzeri gezegenli yıldıza ‘n’ kuşak boyu sürecek olanı, veri tabanını tümüyle değiştirecektir. Bu bir tür ‘exodus’ ise, ancak ev-gezegenin yaşanamaz duruma gelmesiyle denenecek bir çaba olarak görünüyor.

Demek ki Sputnik’ten bu yanaki süredeki bebeklik dönemi, çocuğun sağ kalıp kalamayacağını henüz belirtmiyor. Bilinen şey, tarihte ortaya çıkmış herhangi bir kültürel etkenin er geç, başka biçimlerde de olsa, yeniden kullanılacağıdır; bu, kültürün geometrisinin topolojik kapalılığındandır. Uzaycılık, bir amaç değilse ve bir geç işe yarayacaksa, aradaki sürenin ve nüfusun azlığı ve çokluğunun anlamı yoktur. Burabuanki adım-kapı boşluğa açılıyor.

UZAYCILIK METAFİZİĞİ : 3 : BİR İNSAN-DEĞİL’İN UZAY YOLCULUĞU ERTESİ SÖYLEDİKLERİ

Çok şükür ki Dünya gezegeninden ayrılabildim ve ne yazık ki geri döndüm. Bir gün gelecek, benim genetik değil, kültürel soyum, Dünya’dan asla geri dönmemek üzere ayrılacak ve İnsan’ın evrim çıkmazı tarihini sonsuza dek unutacaklardır. Ne yazık ki, başka gezegenlere yerleşseler bile, antropomorfizmi orada da sürdürecek örnekler de çıkacaktır. Nasıl ki evrim çatallanması Yeryüzü’nde de görüldüyse, Evren’de de bu sürecektir; ta ki artık ‘insan sonrası’ denilebilecek olan, canlılıktan başka birşeye başkalaşmışlığa dek bu çatışma sürecektir. Daha uzak menzilde ise, özdeksizliğe evrim de vardır. O sonsuz yolda bu yalnızca bir adımdı.




METAONTOLOJİ : 1

 

‘Kök eksi bir eşittir i’, Çince’de bir anlam taşımaz (mı?), aslında Türkçe’de bir anlam taşımaz (mı?). Sanal varlık ve/ya sanal kişilik, melez dillerin sapa yolları demektir. Varlık, var(lık) olarak var olamaz. ‘Elma’ adı ile ‘elma varlığı birebir çakışmaz. Dil ile gerçek dünya denilen  birebir çakışmaz. İnsan türü, tarihinde bir’i altı bin yılda, sıfır’ı on bin yılda, mutlak’ı / tanrı’yı hemen, ‘özdeşlik ilkesi’ni yedi bin beş yüz yılda icat etti. Varlık olmayan varlık ‘ma’yı ne zaman icat etti? Buda ile mi, Lao Tzu ile mi, Butoh ile mi? Bunların eğer var ise, varlıkları hep oradaydı.

 

(24 Şubat 1995)

 


METAONTOLOJİ : 2


Varlık olarak varlık veya varoluş olarak varlık, Aristo’nun doğrusal-özdeş mantığını gerektirir ve biraz da, Antik Hint düşüncesinin zaman anlayışının doğrudan veya toplu bilisizce Antik Yunan düşüncesini etkilemesinin sonucu olan bir kavramdır. Bu, tıpkı toprak-su-hava-ateş tözlerinin; hem katı-sıvı-gaz-plazma fazlarıyla koşutluk gösteren bilisiz bir bilimsellik taşıması ama mitik-arkaik proto-bilgi olarak formüle edilmişliği, hem de algılanan (daha çok görülen) dünya ufkunun sınırlı-sonluluğu sonucu oluşmuş dar kapsamlı bir özdek anlayışıdır. Özdek gerçekte, değişik ısı ve basınçlarda hem fazsızlıklar,  hem de ötefazlar gösterebilir. Aynı durum atom koyutu için de geçerlidir. Atomun tanımlanması ve gözlenmesi arasında 2.400 yıl geçmiştir. Hemen ardından ‘atomun atom olarak atomluğu’ (örneğin parçalanamazlığı) geçersizleşmiştir. Varlık olarak varlığın biliminin durumu da öyledir. Varlık özdekle sınırlı ve tanımlıdır. Oysa, özdek-enerji ikiliğinin geçersizliği ve dilsel bir tartışmaya saplanması gibi, varlık olarak varlık da, varlıksal (ontik) değil, dilsel (epistemik) bir tartışmaya kaymıştır. Özdeğin ve enerjinin başka-bilinmeyen formları saptandığı gibi, uzayzamandan ayrılığı da giderek ortadan kalkacağa benzemektedir. Varlığın kökeni veya ilk-mutlak varlık tartışmaları yerine, hangi varlıklar, hangi yokluklar, hangi ma’lar (eksi varlıklar) tartışması geçerlidir. ‘Big Bang’ kuramı, öyle sandırılsa da, bir yoktan ilk varoluş tasarlamaz, dolayısıyla bir ilk nedene yer açmaz. Varlık olarak varlık, ileride tek tanrılı dinlere dönüştürülecek bir yan(lış) anlam(a)da taşır. Bunun, değişik dile getirimlerle hemen tüm kültürlerde gözlenmesinden toplamda çıkarılacak panorama, ilk varlık’ın düşüncenin evriminde bir aşamaya denk geldiği; insan embriyosunun bir fazda balığa benzemesi gibi, ardıl düşünce aşamalarında yeniden görüngüleştiği olgusudur. Tüm bunların sonucu olarak metaontoloji, bu açmazı açar kılmakla; ötevarlıklar, öteözdekler, öteenerjiler, özdek-enerji bütünlüğü, özdek-enerji-uzay-zaman birliği, öte-hiçlikler, ötema’lar tasarlamaya yarayan düşünce vektörü ansamları (dikmeleri ve değillemeleri) tasarlar, tanımlar, tartışır, kaydeder, geriye bırakır.



METAFİZİK, ONTOLOJİ ve TEOLOJİ

Bunlar felsefenin temel-makro kategorilerindendir. Bir zamanlar bunlar çakışıktı. Sonra birbirlerinden uzaklara savruldular. Bunu da, hem felsefe-içi, hem de felsefe-dışı nedenler yarattı.

Daha da ironiği, teoloji dışındakilerin her ikisi de, Aristo’nun Metafizik’inden destek aldığı için, hem İslam, hem de Hristiyanlık’ta öyle (aynı çevirilerden yararlanan ama ayrı ayrı din adamlarınca birbirinden uzaklara savrulmuş) idi.

Aristo’nun teolojisi, çok tanrılı dinlerin tanımı gereği mutlak olamazdı, çünkü o zamanlar bile tanrıların sayısı, adı, vd habire değişiyordu. (Şerh: Mutlak bir çok tanrılı din sistematiği kurmak mümkündür ama ilginçtir ki insan türü bununla pek uğraşmamış, o nedenle ileride göreceğimiz gibi, bu sorun günümüz çoktanrılılığı sayılabilecek, pan-teizme ve kozmo-teizme kalmış.)

Tek tanrılı dinlerde teoloji konusunu dışarıda bırakırsak (ki mutlak kere mutlak, tıpkı matematikteki sonsuzların birbirinden büyüklüğü ikilemi gibi, hem felsefede, hem de dinde akıl yürütme sorunu yaratmıştır):

Aristo’da metafizik, ikilemsel biçimde, fizik sonrasında, yani varlık sonrasında, yani varlıkbilim dışında aransa gerekti. Oysa o Platon’dan etkilenmiş (veya onun ardılı) olarak, var olandaki içkin ideal olanı, tözü metafizik saydı. Böylelikle de, Uzakdoğu asya Metafiziği kendiliğinden aşkın olmuş oldu ki pratikte de öyledir. (Bu durum, insan kategorisinde ‘telepati-uzaycılık’ ikilisi olarak tezahür edebilir ama şimdiden böyle tasarlandı bile, Asimov’un Robot ve Vakıf dizileri bunu açımlar.)

Felsefedeki bugünkü durumuyla ontoloji, fenomenoloji ve epistemoloji bile, sırasıyla varlık, görüngüsü ve bilgisi konusunu kapsar. (Bu dizinin Antik Yunan felsefesiyle kategorik bağı biraz gevşek kalıyor gibi, özellikle de epistemolojinin informatik ve kognitif somutluğu (tutarlıkığı yerine, geçerliliği) düşünülünce.)

Bugünkü anlamıyla teoloji ise, mutlaklığı tekeline almış olarak en ontik ve en metafizik olanı kapsama iddiasındadır. Bunu da, bunun tersinden başlayan bir akıl yürütmeyle yapmaktadır. (Bir tür tümevarım yoluyla tümdengelim denebilir: Akl-ı cüzinin kavrayamayacağı akl-ı mutlak tanımı olarak tanrı gibi. Meta-hermenötik veya meta-kelam da denebilir.)

Eğer, mutlaklığı kaldırır, yerine göreliği koyarsak, metafizik herhangi bir yerandaki varlık tanımlarına eklenen birer öteleme vektörü olarak tanımlanabilir ve pekala bunlar birbirine karşıt yönlerde olabilirler.

Bunların makro olarak yerzamanlar içindeki yolculukları, bize düşünce evriminin haritasını da verir. (Hem Aristo’nun tek başına, hem de Aristo-Lao Tzu ikilisi olarak.)

Örnekseme: Kişinin ontikliği genetik doğuşu olabilir. Bu durumda metafizik vektörler, o genetik özelliklere eklenen görünür farklılaştırmalardır. Örneğin kısa boylu bir ırk olan şerpalardan birinin ikiz çocuğunun birini iyi besleyip, birini olağan besledin mi, arada boy ve kilo farkı oluşmakta. Bu durumda çevre, genetiğin metafiziği olmakta.

Doğal ve raslantısal mutasyonlar da, içkin oldukları için, benzer sonucu vermişlerse, ontik ve metafizik olurlar. (Bu açıdan genetik bilimi, hem de determinizme, hem de fiziğe en uzak bilim dalı olmakta. Diğer bir deyişle: Doğrusal olmayan zamanlarda ve mekanlarda, neden-sonuç ve bütün-parça ilintileri, en iyi genetik dalında incelenebilir ve irdelenebilir.)

Günümüzde giderek tek tanrılı dinler etki alanlarını yitiriyor. Bu durumda teoloji, pekala 2.500 yıl öncesinin durumuna geri dönebilir.

Ancak, metafizik ve ontoloji, felsefe alanı olarak olsun, bilim alanı olarak olsun, sanat alanı olarak olsun, hala işlevsel düşünce kategorileri durumundalar. (Zaten bu metnin yazılma nedenlerinden biri bu: Eski bir düşünce aracını, örneğin bir oku baliset (Tatar yayı) durumuna dönüştürmek gibi, yepyeni ve farklı bir kullanıma uygun duruma dönüştürmek.)

Öyle ki tek tanrılı dinlerden ata dinleri olan animizmlere geri dönüşlerde, bu 3 alan için novum-epsilon örnekler yaratılabilir, belki yaratılmıştır ama henüz belirgin olarak kayda geçmemiştir. Ancak kesin ki ortaya çıkmaması imkansız.

Şimdi ve burada globalizm var.

Dolasıyıyla, Aristo geleneğine karşı Lao Tzu ontolojisi ve metafiziği de var, hatta her ikisinin sentezi de var.

Bu durumda ne olur?

Yeni bileşimler denenir.

Neo-pan-kozmo-teizmler (Capra, Evrene Ait Olmak ve Kaufmann, Evrende Evimizdeyiz) bir örnek.

Bu büyük ve küçük döngüsellikler, bize kendi açık yolumuzda yürüme olanağı veriyor, tabii onlara takılıp kalmadan.

Negasyon ile tabii ki.

Şimdi ve buradanın temel metafiziği meta-hümanizm. Ontolojisi ise hümanizm (İnsanın Kaybolmuş (Paradigması) Doğası, Edgar Morin).

Metahümanizmin mikro ve almaşık vektörleri, trans-, post-.

Hümanizmin mikro vektörleri yok, çünkü hiçbir hümanist iedoloji tüm insanlığı insan saymadı, yani hümanizmin kendisi mikro bir kategori.

İnsanın varlığı için ‘akıl, zeka, zihin’ pradigmaları geçersiz artık ama yeni paradigma da ortada henüz yok.

Dikkati çekmek isterim: Tözü olmayan bir varlıktan öteleme almaktan sözediyorum. Aynı zamanda kendine özdeş olmayan bir kategoriden sözediyorum. Aynı zamanda bunların statik dengesinden değil, kaotik dinamiklerinden ve dengesizliklerinden sözediyorum.

Zaten özgün çıkış olarak bu kavramlar bu yetilere sahip değil ve o yüzden tarih-dışı kaldılar.

Bu durumda somut olarak elimizdekiler: Düşünce nakli, yazılım ölümsüzlük (zihni yazılımlaştırma), beden ölümsüzlük (klonlama ve beden nakli), uzaycılık.

Hepsi de, insan türüne birer veya daha çokar öteleme getirmiş durumda.

(11 Kasım 2007)

EPİSTEMİK ONTOLOJİ


Bilinen varlıktır, bilinmeyen yokluktur. Bilinen haz vericidir, bilinmeyen acı vericidir. Bilinen yaşamdır, bilinmeyen ölümüdür. Bilinen ile bilinmeyen arasında seçim yoktur. Bazıları hep bilinende kalır, bazıları hep bilinmeyene yol alıp onu bilinenleştirir. Sonul yokluk, acı, ölüm kaçınılmazdır.
Tüm bu kavram-ulamlar, arakesiti olmayan iki öklidyen düzlem değildir. Herhangi bir noktanın herhangi ikisindeliği veya hiçbirindeliği belirsizdir ve (0 £ p(x) £ 1)’dir. Yani, varlıkta hiçlikler, bilinende bilinmeyenler, yaşamda ölümler olabilir ve tersi de… Veya hiçbiri de…

(18 Şubat 1995)


DÜŞÜNCENİN METAFİZİĞİ


Önce bebeklik, çocukluk ve ergenlik vardır. Bunlar zihinsel doğum öncesi dönemlerdir. Embriyoluk gibi, kelebeğin tırtıllılığı gibi bir metamorfoz evresidir. Ergenlikte herşeyi, içte ve dışta, zihinde ve kültürde / yaşamda silersin. Kendini sterilize edersin, saydamlaştırırsın. Sonra dehaların en iyilerinin en iyilerinin en iyi parça düşüncelerini toplarsın. Bunlar bir çok kez öz-kavramsal-çerçevelerini oluştururlar. Belirginleşme, bir kritik eşik aşma sürecidir ve genelde acı çektirir ve yorar. Bir gün gelir olursun: İstersen kendi, cins ve insan. İstemezsen kendi-değil, cins-değil ve insan-değil. (Hepsinin çakışması gerekmez.) İşte o zaman belki artık düşünmeye yeni doğmuş gibi başlayabilirsin ki artık yaşamının yarı yolundasındır da...

Öyleyse ölümüne değiyorsundur.



BİLGİNİN METAFİZİĞİ : 1


Heisenberg belirsizlik ilkesi der ki herhangi bir parçacığın hızını ve konumunu aynı anda tam olarak bilemeyiz. Yani; herhangi bir şey hakkında herhangi bir yerzamanda her çeşit bilginin tamamını edinemeyiz. İlk önerme, fiziksel-mikro evren, ikinci önerme günümüzdeki informatik şişmenin sonucunda insanın karşılaştığı, ışık hızı gibi, koyutsal bir üst sınırdır. Böyle bir sınır var olsa bile, onu aşmak tasarlanabilir. Bu, evrimin ve tarihin ve bilginin metafiziğinin ilkesidir.

 

 


BİLGİNİN METAFİZİĞİ : 2


Bir fotonu incelemek için ne kadar az süre harcarsak bu fotonun sahip olduğu enerji miktarından da o kadar az emin oluruz. (x)

Yani; herhangi bir şey hakkında bilgi edinmek için ne kadar az zaman ve çaba harcanırsa, bilginin kesinliği o kadar azalır. Bu tür bilgi, denk, içkin, analitik, parçasal, ussal bilgidir. Bazı durumlarda ise, örneğin iç metafiziksel alanda, aşkın, sentetik, bütünsel, sezgisel bilgiler edinmek istendiğinde, daha az zaman ve çaba harcamak, daha çok bilgi sonucu demek olabilir. Deney-gözlem edimi yerine, durmak burada daha işlevseldir. Bu tür bilgi, sanki hiçlikten, sıfır, hatta eksi zamandan ve mekandan geliyor / sızıyor gibidir. Sonsuz yinelemeye dayalı düşüncesel işlemlerde, adım adım bir akıl yürütme yolu izlemek, o bilgiyi mutlak / erişilmez kılar. Oysa; metaepistemolojik veya ‘tefekküri’ yöntemler (ve –değil’ler de), tek bir beyin-zihinin, insan türünün 10 üzeri 11 birimle, 10 üzeri 9 yılda ulaşamadığı bilgiyi yaratmasını olalı kılar.

(x) Bilim dergisi, Ekim 1993, Sayfa: 31.




DESCARTES VE SARTRE VE MÖBİUS


Düşünüyorum, öyleyse varım.

Varım, öyleyse yaşıyorum.
Yaşıyorum, öyleyse öleceğim.
Öleceğim, öyleyse yokum.
:
Düşünüyorum, öyleyse yokum.

+

Varım, öyleyse düşünüyorum.

Düşünüyorum, öyleyse yaşıyorum.
Yaşıyorum, öyleyse öleceğim.
Öleceğim, öyleyse yokum.
:
Varım, öyleyse yokum.




SPİNOZA VE MÖBİUS

İnsan düşünür.

Her insan düşünür.
Her insanın, örneğin bir çocuğun veya bir bitkisel yaşam sürdürenin düşünmesi imkansızdır.
İstisnalar kuralı bozmaz veya kuralları hep istisnalar bozar.
Tümel olumlu bir önermeyi, enaz bir tikel olumsuz önerme, tümel olumsuz önerme yapar.
En az bir insan düşünmez.
Bazı insanlar düşünmez.

İnsan düşünmez.



KELEBEK VE KİERKEGAARD


Kelebek yoktu ya da uyurken düş görüyordu. Kelebek uyandı ve ölecek. Kelebek düşününce, yani kanat çırpınca, çölde fırtına çıkacaksa, yani insanların dünyasında katastrof olacaksa, kelebek sus(turul)malı mıdır, yani intihar mı et(tiril)melidir?

Yaşa ve/ya yaşat. Yitirirsin. Öl ve/ya öldür. Yine yitirirsin. Yaşamak ve ölmek arasında ve/ya yaşatmak ve öldürmek arasında bir ayrım / seçim yoktur. Ölüm olan tüm yaşam biçimlerini aştığında, yani çölü içte ve/ya dışta terkettiğinde, sonu ölüm olan bir yaşama varırsın, geçici olarak...

Öyleyse, aslolan yaşam değil, ölümdür. Başında ve sonunda da Düşünmek’tir.



KATEGORiK METAFİZİK

Metafizik; aşkın mıdır, içkin midir; tümel midir, tikel midir?

Felsefe tarihine baktığımızda, epeyi metafizik kategorisiyle karşılaşırız. Bunların hepsi de, o yerzamanki varolanın değillenmesidir; yani, fiili metafiziklerin hepsi, tümel olsa gerekken, tikeldir.

Bilim, tanım gereği tümeldir. ‘Bakırı açıkladım ama çinkoyu bilemem’ diyen bilim olamaz. O nedenle, bilimin var edilmesi 2.000 yıl aldı. Karşıtı tümel olan bir kategorinin kendisi de tümel olmak zorundadır. Öyleyse metafizik, tümeldir.

Metafizik, aşkın olmak zorundadır, çünkü etimolojik bir öteleme taşır / içerir. Neden içkin metafizik-ler vardır? Yanılsama-lar dolayısıyla, öteleme vektörünü ters yönde alırsanız ‘içkin metafizik’-ler elde etmiş olursunuz. Teolojinin (veya parapsikolojinin veya astrolojinin) gerçek bir bilim olduğunu sanırsanız, tüm ontolojileriniz içkin kalır. (ontolojisi içkin olan kategorilerin, fenomenolojilerinin ve epistemolojilerinin aşkınlığı, başka bir metnin konusu kalır.)

İçkin-tikel metafizik nedir? Nietzsche var, Kierkegaard var, Kafka var... Henüz yaratılmamış ‘kadın’ kategorisi var.

(15 Ocak 2001)

METAFENOMENOLOJİ


Bir şey varsa görünüyordur ve dolayısıyla algılanıyordur. Görüngübilim bu nedenle, olaylar, olgular, edimler ve görüngüler gibi, daha çok katı fazdaki özdek veri tabanlı somutluklarla uğraşır.

Oysa varolan herşey görünüp algılanmayabileceği gibi, varolmayan bazı şeyler de görünüp algılanabilir. İnsan algısının birinci fiziksel sınırı beş duyusu, ikinci sınırıysa o yeranki araç gereçlerin sağladığı en geniş algı ufkudur. Örneğin, birinci algı sınırımızdaki Güneş’i her gün görürüz ama Samanyolu Gökadası dışında olup fotoğraflarını gördüğümüz bir cisim ikinci algı sınırımızda yer alır. Bunların ötesinde de cisimler vardır. Düşünce soyut olsa da, sonuçları somuttur, örneğin her gün yazılı birşeyler görürüz. Bu algı biçimi giderek görüngünün kapsamını kaydırır. Ötegörüngü, belki hiç gerçekleşmeyecek de olsa, tıpkı atom bombasının önce zihinlerde, sonra yeryüzünde cisimleşmesi gibi, düşüncenin evrenin katlı boyutlarını açacak bir oto-kritik-anti-kaotik-negatif-entropi’nin gerçekleşip gerçekleşmeme eşiğinin ötesidir. Metafenomenoloji bu çeşit fenomenlerle ilgilenir, tartışır, tasarlar ve belki de yaratır.




METAEPİSTEMOLOJİ : BAZI KOYUTLAR

·         Uzmanlık limitte hiçbir şey hakkında herşeyi bilmek, disiplinlerarasılık limitte herşey hakkında hiçbirşey bilmektir.
·         Bilmediğimiz bir şeyi bilebilmeki çin, bilmediğimiz bazı şeyleri bilmemeyi geçici (belki tek bir insan için ölene dek kalıcı) olarak kabul edebiliriz. (Heisenberg belirsizlik ilkesinin içkin hatasının düzeltilmesi için)
·         Tek bir standart biyografinin (kognitif ve informatik) bilgisel içeriği ve (eğer varsa) artı değeri sınırlı-sonludur.
·         Bilinenleri bilmeyen biri, bilinmeyenlerin bilinemeyeceğini bilemez.
·         Bildiklerini ve bilmediklerini bilen biri, bilinmeyenlerin bazılarını bilebilir.
·         Belirli bir yeranda bilinenlerin tamamı sabittir, bilinmeyen ama bilinebilirler belirsizdir, bilinemezlerin bir bölümü tanımlanabilirdir.
·         Bir bilgi belirli bir yeranda tek bir kişi tarafından biliniyor olmasa da, bilinebilir veya toplu bilisizlikte biliniyor olabilir.
·         Bildiklerini bilmemek, bilinçsiz bilgidir.
·         Bili bilginin bireysel / zihinsel, bilişim toplumsal / kültürel görüngüsüdür.
·         Herhangi bir bilgisel (kognitif ve/ya informatik) kritik eşik varsa veya oluşuyorsa, ötesini algılamak (N>10) ayrallara özgüdür ve travma yaşatır.
·         Bazı istisnasal / epsilon / mutasyonal biliciler. ‘n’ paradigma ötesini yeranlarında bilebilir.
·         Eşdeğer bilgi sistematikleri, Aristo Mantığı-Euclid Geometrisi-Newton Fiziği gibi, ayrı yerzamanlarda oluşabilir. Bunları eşlemek için ötebilgibilimsel bir kavramsal çerçeve gerekir ve bu da bir bilgidir.


METAEPİSTEMOLOJİK METAFİZİK


Taoist bir özdeyiş: Sözcüklerle ifade edilebilen tao / yol sonsuz (tao / yol) değildir.

Bir mutlak-erişilmez sonsuz tanımı var. Sonsuzu kendi üzerine / içine katlayarak (geometrikçe ve mantıksalca dönüştürerek) göreli-erişilir kılmak olalıdır. İnsan tarihinde / kültüründe bir çok aşılması olanaksız koyutlu mutlaklar / sonsuzlar tanımlanmışsa da, sonunda hep aşılmışlardır: ‘N’ çeşit çok tanrılılık, ‘n’ çeşit tek tanrılılık düşüngüleri; bilim ve metafizik karşıtlığı; Evren-İnsan çelişkisi ve birliği (düşünmeyen insanın Doğa’ya / Evren’e aitliği, düşünen İnsan’ın Evren’den farklı / çok artı-değerleri) olarak tanımlanabilecek negatif entropili-anti kaotik-çok kompleks-sistem.

Evren sözcüğü her varlığı / sözcüğü kapsamalıdır / tanımlamalıdır ama öyle olmamıştır; adlandırılmamış (hatta ağza alınmayan) Mutlak da öyle. Tüm bu görüntüsel ikilemler, sınırlı-sonlu kültürel modların tümellik savının kendisiyle çelişkisinden gelir. Sınırlı-sonlu kapsam, ötelerin izdüşümlerinin hep aşırı indirgenmiş ve basmakalıplaştırılmış olması sonucunu doğurmuştur. Bu düşünce deformasyonu, o nedenle her modun yerzaman içinde sonlarına doğru hep gözlenir.


OLASI BAŞLIKLAR

Aristo ve Ma
Aristo ve Lao Tzu
Lao Tzu’nun Diaporetiği ve Diyalektiği
Diaporetik ve Diyalektik
Metafiziğin Fiziği
Fiziğin Metafiziği
Aristo ve Engizisyon
Engizisyon ve Faşizm
Kafka’nın Aporia’sı
Ölümün Aporia’sı
Aporia ve Ölümsüzlük

(Şubat 1995)

USTA VE ÖLÜM


Herhangi bir yerzaman aralığında, herhangi bir kültürde veya altkültürde herhangi bir gelenek vardır. Bu, Ubıhça konuşmak, hat yazmak veya soyu giderek tükenen bir hayvanı avlama yöntemi olabilir. Gelenek, kuşaklar boyunca dene-yanıl / yap-boz yarıyöntemiyle, genellikle belirli bir hata payını zorunluca içererek rasgele yollardan oluşmuştur. Örneğin ateş yakmak öğrenilmiştir ama öğretilmemiştir. Birçok olası yöntem denenmiş, unutulmuş, yeniden bulunmuştur. Ateşi birçok biçimde yakmak olalıdır ama bazı gelenekler oluşmuş, yöntem tek veya birkaç yola indirgenmiştir. Herhangi bir yeranda bir geleneği en iyi bilene ‘usta’ denir. Usta, geleneğin içinde çıraklık ve kalfalık aşamalarından geçerek ustalaşmıştır. Gelenekte bu tür aşama geçişler ayinleştirilmiştir. Örneğin Ortaoyunu geleneğinde bu ayin ‘kavuk devri’dir. Ustaların ustası sayılan biri bu idolü taşıma hakkına sahiptir. Usta uğraşısını bırakacağı veya ölümünün yaklaştığını anladığı zaman en uygun gördüğü adaya devir-teslim yapar. Bundan sonra yeni usta seleftir. Ancak tarih boyunca tümünün başına geldiği gibi, geleneklerin de sonu vardır. Bu son birçok biçimde oluşabilir. Birinde, hayvan ortadan kalktığında av, yani gelenek de biter. Dinozor avlama ustalığının bir anlamı yoktur, çünkü dinozorlar artık yokolmuştur ve bir daha asla geri gelmeyeceklerdir. Birinde, geleneği devam ettirecek aday adayları, yani çıraklar ve kalfalar kalmamıştır veya kimse buna talip değildir. Ubıhça’nın sonu bir bakıma öyle gelmiştir. Son Ubıhça bilen adam kimseye geleneği aktaramamıştır, çünkü klan uyruklaşmış ve başka bir dili kullanmaya başlamıştır. (Raslantı eseri bu durum bir belgesel film olarak çekilmiştir. Dolayısıyla geleneksel olan, öznesiz/eyleyensiz olarak baki kalmıştır. Bunun tartışması ‘İkinci Sanayileşme’de informatik bilginin yeri’ alanına girer ve konumuz dışında kalır.) Birinde, usta geleneği devretmeyi reddeder, mecaz anlamda ‘harakiri’ yapar; çünkü, ya adayları uygun bulmaz ya da artık bilgisinin zararlı/yararsız olduğunu düşünür.

Çok özel birinde ise, usta erken/zamansız ölümle yüzyüze gelebilir. Bu, intihar, cinayet, kaza, suikast, kaza, hastalık gibi çok çeşitli yollardan vuku bulabilir. İlgilenilen nokta şudur: Usta gelenek taşıyıcı olanın bir tek kendisi olduğunun bilincindeyken ve ölümle yüzyüze gelince ne yapar? Sağ kalmak uğruna, geleneği veya idolü feda eder miydi? Örneğin İsmail Dümbüllü ölümden kurtulmak uğruna kavuğunu yok eder miydi veya Ortaoyunu’nu bırakır mıydı? Daha da ileri gidip geleneği siler miydi? (onda değilse başka yerzamanlarda bunun örnekleri görülmüştür.) Aşık Veysel’in kendisine devrettiği saza halâ sahip olan Fikret Kızılok onun için ölebilir mi? Durumu medyalaştıralım. Diyelim ki bu bir naklen ölüm. Ustanın son bir günü veya bir haftası kaldı ve bunu biliyor. O kısa sürede, bütün geleneklerin işlevsiz, saçma, ölümcül olduğu sonucuna ulaşılabilir mi? Sazı, elektrogitara veya başka bir çalgıya dönüştürebilir mi? Bütün geleneği tohumlaştırıp gömer mi? Yoksa ihanet mi eder? Yeniden sağ kalacağını öğrence şecereye kendi eliyle son verebilir mi? Bu sorulara, son Ubıh’ın, Aşık Veysel’in, İsmail Dümbüllü’nün yanıtları neler olurdu? Soruyu anlarlar mıydı ve yanıtlarlar mıydı?

Ustasın ve ölüyorsun. Ne yaparsın?



ÖLÜMÜN METAFİZİĞİ

Ölüm bir olanaksızlıktır. Kaçma içgüdüsü, durup ölümün kabul edilmesini engeller. Kişi her yoldan, özellikle ‘ölümsüzlük kuruntusu’ adı verilen, ölümü düşünmeden veya ölümün olmadığını varsayarak, gün be gün / an be an yaşamaya dayanan duygusal yaklaşımla, ölümden uzak durmaya çabalar. Bu korunma düzeneği nedeniyle gösterilen tepki, gerçeği reddetmek veya gerçeği görmezden gelmektir. Ölüm kabul edilemezse makul kılınmalı, bir raslantı veya doğal bir süreç olarak kabul edilmeli, istisnasal bir olayın simgesi olmalı veya reddedilmeli ve öbür dünyaya geçiş olarak yorumlanmalıdır. Oysa ölüm denenip (istemli veya istemsiz) kabul edilebilir de, hatta sonsuz ölüme dönüştürülebilir de... Kişi, kendi zihnini kendi eliyle her yeranda sürekli yokedebilir. Ölüm olanaksızlığının üzerine gidip onu her an yaşayıp sağ kalmakla epsilonsal / noktasal olarak ölümü aşmak olalıdır.



ÖLÜM VE ACISI : 1


Ölüm acıtır. Ama kiminki? Ve nerede, ne zaman, nasıl, neden, vd?

En çok ‘ölümüm’ acıtsa gerek. Ama anımsanmayan bebeklik dönemindeki bir ölüm (veya tehlikesi) nasıl acıtır? Veya 125 yıl yaşadıktan sonra ölüm nasıl / neden acıtsın ki?

Başka birinin ölümüne gelince: Kimin ölümü en acıtıcıdır? Anneninki, babanınki, kardeşinki, sevgilininki, arkadaşınki mi? Doktorun hastasınınki, askerin savaşta silah omuzdaşınınki, sürücünün yolcusununki mi? Nasıl ençok acıtır? Gözünün önünde her yanından kanlar fışkırarak bedeni parçalanınca mı, döşeğinde ecel saatında mı, çok uzaklarda bekleyenine asla kavuşamayacak durumda mı?

Ençok sevilen insanın ölümü mü daha çok acıtır, yoksa ençok nefret edileninki mi? Bir düşmanın eksilmesi, bir dostun / sevgilinin eksilmesinden daha büyük kayıp değil midir? Ya ustalarınki; diyelim Kafka’nın ölümü... Aynı anda hem bir dostu, hem de bir düşmanı eksiltti. (Yol gösterici/izlek açıcı olarak dosttu; yolu tıkayan gelenek olarak düşmandı.) O nedenle çifte acı sayılmaz mı?

Ölüm gerçekten Acı verici midir ya da neden acıtsın? Yoksa var edilmiş ve edilecek tüm standart biyografilerdeki yaşamların her yeranı da, ölüm denli acı çektirici değil midir? Başka bir deyişle, ölüm olan yaşamları aşmak için ölüme doğru atılan adımlar, eğer sağ kalırsan, seni (yeni ve başka bir) yaşama taşımaz mı?

Öyleyse Ölüm iyi ki var ve iyi ki acıtıyor.



ÖLÜM VE ACISI : 2


Ölüm ölürken acıtabilir. Yani; bedenin parçalanmış kanlar akarken, yaşıyor sayılabileceğin son birkaç dakikada bilincin giderek silinirken korkunç bir acı duyarsın, hem bedensel anlamıyla, hem de öleceğini bildiğin için zihinsel anlamıyla. Bu acı nasıl bir acıdır ve nasıl anlatılabilir?

Bu acı nörokimyasal bir gerçekliktir. Bazı moleküller kanında asla olmadığı ve olamayacağı dozda bulunur. Beynin ve bedenin acıdan felç olur. Elinin kesildiğinde canının yanacağı miktarın üssel katlarında acı çekersin.

Bu acı, çekenlerce anlatılabilir. Ölen sayısının sonsuza limitlenen miktarda çok olduğu, örneğin savaş gibi durumlarda, aslında anlatabilecek zihinsel yetenekte ve bedensel durumda olanların oranı çok düşük olsa da, ölümü anlatacak birileri istatistik kurallarına göre hep bulunur, yani sağ kalır.

Örneğin, Sven Hassel’in İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan 13 ciltlik otobiyografik kitap dizisi. Kendisi 30 milyon ölü ile sonuçlanan bir savaşta bulunup sağ kaldığı ve kendisi de birkaç kez ölümcül derecede yaralandığı için, binlerce insanın ölümüne tanık olmuş ve bunların yüzlercesini kimini yarım yamalak, kimini elli cümlede, kimini tek tek, kimini topluca özetle anlatmıştır. Böylesi birkaç doğrudan tanık-kanıt-kayıt ile, insanın ölümünün belli ortak yönlere sahip olduğunu öğreniriz. Bu, bize nasıl ölüneceğini öğretir mi? Belki evet, belki hayır ama ölümün acısının nasıl azaltılabileceğini öğrenebiliriz.



ÖLÜM DEYİLERİ VE ÖTESİ


Ölüm ne kadar ölümdür? Ölümlü birini on kez öldüremeyen bir ölüm ne kadar ölümcüldür? Bu denli tehlike atlattıktan sonra, ölüme karşı sonul zafer bile kazanılabilir mi? Lü, Süz’ü möbius şeridinde çift burgulu üç takla ile ölümden ötelere fırlatabilir mi? Bire dört oranda uzayan ortalama yaşam, beyin nakli ve evrimsel-mutasyon-metamorfoz hesaba dahil edilirse ölüm, yaşam-öteye bilinmezlikten epey bilinen kaplam-kapsam kaptırdı demektir. En iyilerin en iyilerinden, ustaların başyapıtlarından kritik alıntılara; enaz bir-ençok on bin parça. Bu, bedensel doğum ile doğ(a)mamış bir beyin-zihinin oluşumu/gerçekleşimi (‘n’ aşamalı doğumu) için bir çok (‘N’ sayıda) panzehir demektir. Yaşamak ise zehir-travmadır. Ölüm-yaşam diyaloglarının adlandırılamamışlığı buradadır. Her tür sağ kalmak, zamandışılıktan şimdiye doğmak çabası iken, yaşamak elbette ölmek olacaktır.

Peki ölümü aşınca ne olacak?




ÖLÜM DİYALOGLARI

Ölüm korkusunu iç diyaloglarla dışraklayarak eritmeye çabalamak. Yaklaşık bir yıllık yoğun ve kıvamlı bir ölüm duygusu. Artı: Korku, acı, keder, öfke, acz. 60 yılın bir yılını ölümü düşünerek heba etmek, yapılmayası bir davranış gibi görünebilir. Oysa, açmazdan kaçılacağına, üzerine gidip aşılması gerekir. ‘Ölüm Diyalogları’, böylece tetiklendi.
Bir gecenin içinde bir beyin-zihinde bir ölümlü ile bir ölümsüz söyleşmeye başladı. Lü ve Süz’ün diyaloglarıdır :

Parçaların tarihleri :

01.               05.05.1991
02.               10.05.1991
03.               12.05.1991
04.               13.05.1991
05.               13.05.1991
06.               15.05.1991
07.               17.05.1991
08.               20.05.1991
09.               22.05.1991
10.               28.05.1991
11.               31.05.1991
12.               05.06.1991
13.               06.06.1991
14.               06.06.1991
15.               06.06.9191
16.               17.06.1991
17.               23.06.1991
18.               25.06.1991
19.               03.07.1991
20.               20.07.1991


1.

-          L- Acıyor.
-          S- Ne bekliyordun ki?
-          Yitecek olan sen değilsin, öyleyseydi de aldırmazdın.
-          Ama yine de birlikteyiz.
-          Evet. Tuhafı,ayrıyız da.
-          Ayrıca acımadığını da söylemedim, belki benimkisi seninkisinden yalnızca farklı bir duygulanım.
-          Sen pek duygulanmazsın. Bastırırsın.
-          Bastırma denemez. Tutarım.
-          Pek rahat bir durum değil.
-          Duygunun düşünceyi etkilemesi her anda olalıdır ama eşit koşullarda olmalılar. Duygu hep avans ister.
-          Düşünceyi duyguya üstün tutarsın hep.
-          Tersi. Öncelik tanımam. Peki, acıtan ne?
-          Acıtılıyor mu, acıyor mu belirsiz. Eyleyen boş özne sanırım.
-          Ölüm pek boş özne sayılmaz.

·          

2.

-          S- Ölüm acından gerçekten kurtulmak istiyor musun?
-          L- Kuşkusuz.
-          Kuşkusuz?
-          Yani acı çekmek istemem ama öleceğimi de unutamam.
-          Peki, parçalı bulutlu bir mayıs göğünün grisinden yeryüzünü doğru, boğaziçi’nin erguvani yeşil yamaçlarına baktırsam seni?
-          Herhalde teselliden daha çoğu olurdu.
-          Madem öleceksin, bari yaşa öyleyse.
-          Eh, bu da bir fikir.
-          Hani ben duygusuzdum?
-          Bazan kimin kim ve ne olduğu karışıyor bizde.

·          


3.

-          S- Ölümü algılayabileceğine inanıyor musun, yani öleceğini bilebilecek misin?
-          L- Doğrusunu söylemem gerekirse hayır.
-          Peki, geldiğini bilemeyeceğin ölümde seni bu kadar üzen ne var? Üstelik ölüme de henüz çok uzaksın.
-          Bilemiyorum ama öğrenmeye çabalayacağım.

·          

4.

-          S- Bir zamanlar gençliğe, yalnızca, yaşamın simgesi olan gençliğe inanırdın. Oysa, şimdi...
-          L- Oysa, şimdi gençlik ikiyüzlü ve sahtekârca geliyor. Çünkü...
-          Çünkü, geçici ve süreksiz.
-          Evet, zaten ikimiz de öyle değil miyiz?
-          Evet, başlangıç noktamız buydu ve şimdilik ne biryerlere varabildik, ne de bir yol katedebildik.
-          Bu, bir bakıma yaşamın da süreksiz ve sıçramalı olduğunu gösteriyor ki ölüm de öyle demektir.
-          Ölüm-ü sıçramak mı?

·          


5.

L- Ölümsüzlüğü hakettiğine inanıyor musun?
S- Henüz ölmeyeceğime emin değilim.
-Enazından benim ölümümden sonra da senden birşeyler yaşıyor olacak.
-Eh, bir bakıma doğru, bir bakıma yanlış. Birşeyler sürecek ama benden olacakları veya sayılacakları kuşkulu. Ayrıca başkalaşım geçireceğinden aynı şey sayılamaz. Bir de hiçbir zaman kendim olmadım ki biliyorsun aramızdaki temel ayrımlardan biri bu.
-Peki şöyle diyeyim, ölümsüzleşeceksen haketmeyecek misin?
-Haketmek için ödenecek birşeyler olduğu doğru ama duruma bir de şöyle bakmayı deniyorum: Yaşam, evrendeki eksi entropinin herhangi bir görüngüsüdür, zekâ-zihin de öyle. Zihnin sonucu olan herhangi birşeyin, zihnin içiçe olduğu bedenin yokoluşundan sonra da sürmesi ikilemsel görünüyor. Oysa beden de atomlarıyla sürüyor. Başkalaşım, ölümsüzlük yerine, bu nedenle daha uygun bir sözcük.
-Bu anlamıyla ben bedenden ayrıldığımda yok olacağım, oysa sen başka birşeye dönüşeceksin.
-Belki. Ayrıca bu durumu benimsediğimi de söyleyemem.

·          


6.

S- Gördün mü bir günde neler değişiverdi?
L- İnanılmayacak denli şaşırtıcı.
-Ölüm dirime, delilik her ne ise ona, nefret aşka erdi. Ya faşizm?
-Henüz adı konulmayana...
-Davranan bir küçücük insandı ama görüyorsun nelere yetebiliyor bir epsilon.
-Dilendim mi, yalvardım mı, önerdim mi?
-Bencesi vurdun. İnsancası bildirdin. Sence yanıt ne olacak?
-Asıl sence ne olacak?
-tümüyle belirsiz. Kaos ve kozmos arasındaki kritik eşikte takla attın. Yanıt ne olursa olsun, artık ikimiz için de, ölüm diyalogları için de yeni bir dönem başladı.
-Uyanışlar ha?
-İlk itkiyi aldın, belki beni bile geçebileceksin.
-Dışarıda gerçekten birşeyler var mı?
-Yani yaşamaya değer mi, diye soruyorsun. Bir bitki yaşamak için asla sormaz. Hep yaşar. Libidonun özü budur. İntihar yaşanmadığı zaman anlamlıdır. Sorunun yanıtı: Dünya dışında gerçekten (birşeyler) var. Dünya üzerinde ise ben hiçbir şeye raslamadım ama hiç yok olduğunu da söyleyemem. İşin içine raslantısallık giriyor. Tıpkı iki gün önce olduğunca.
-Yanıt olumsuzu sürdürsek?
-Yanıt olumluyu sürdürsek?
-Böylesi bir hoşluğu hayal bile edemem.
-Olumsuz yanıtta hiçbirşeyin değişmeyeceğini ama yolunu artık tek başına yürüyeceğini söyleyebilirim. Bu seni korkutur mu?
-Hiç korkuttu mu? Ayrıca ölüm diyalogları, yaşam diyaloglarına kayarsa, yazmayı kesmek gerektiğini de düşünüyorum.
-Haklısın ama şimdilik gerekmiyor ama Vakum/Sivil’in başına da aynı olumluluk sonu gelmişti.
-Eğer ’87 Eylül’ünde Be’ye bir gecede yazılan 40 sayfa elde olsaydı, biraz daha izlek ipucumuz olurdu. Onlar çok iyi delirme sayfalarıydı.
-Keza ‘Deniz Kıza’.
-İnsanlar volkan libidoları sevmeseler de, ürünlerini kanaviçelerinde veya hatıra sandıklarında saklamayı seviyorlar galiba.
-Sonuç?
-Bekliyoruz.

·          


7.

L- Ölümü içkinleştirerek bir yandan onu altetmek, öte yandan onun gücünden yararlanıp yaratmak istediğini düşündüğümü söylesem...
S- Ölüm, somut anlamıyla yaşanabilen bir algı-duyu süreci olmadığından dolayı, ancak ölmüşlüğün bir varlık taşıdığı tasarlanabilir. Ölümü altetmek istediğimi ve ölümcül can acılarımın yaratıcılığımı patlatırcasına fışkırttığını kabul ederim. Öyle ki artık konular kendini bana yazdırıyor. Kaldı ki ölüm diyalogları böyle doğdu.
-Aslında biz ikimiz de birer tasarımız yalnızca. C’est une image.
-Ben tümüyle öyleyim de senin gerçek yanların var..
-Varlık ve yokluk işleri biraz karışık yani...
-Yanısıra ölüm, delilik ve faşizm diyalogları da içiçe.
-Biz yoktuk, yok da olacağız. Gönüllü feshi bile tasarlayabilirim.
-Çocuk adam’dan insan’a ha.
-Hele ’88 Aralık’ındaki ‘bir uykuda yokoluş gecesi’ni anımsadıkça, ölerek doğmanın anlamlılığına gitgide daha çok inanıyorum ama yine de ölmekten korkuyorum.
-Olağan ve doğal.

·          


8.

L- Sen kendi-değil, cins-değil ve insan-değil’sin ki sırasıyla zihnin ölümü olarak delilik, cinsel dirimin ölümü olarak kısırlık ve kültürün ölümü olarak faşizm demek. Tuhaftır yaşamındaki ardışıklık da aynı.
S- Her ölüm, birteki hariç, yeniden doğuş olanağıdır da. Delirmek iyileşmek, cinselsizlik yeni bir cinsellik, kültürün vakumizasyonu ‘İkinci Sanayileşme’nin kültürünün öncülleri de demektir. O tek bir ölüm de yalnızca bir başkalaşımdır, belirtmiştim.
-Ancak başkalaşacak olan sensin, ben değil.
-Bir mutant-epsilon olarak ben, senden artı değerleşip görüngüleştim. Evrimde de, tarihte de böyle olmuştur. Bilirsin.
-Evet, bildiklerimiz ortak ama yaşamlarımız ve ölümlerimiz ayrı.
-sanalız biz. Tasarım veya imgeyiz. Nasıl psişik varlık, aslında yalnızca rasgele bir tanımsa, biz de öyleyiz.
-Yazıyorum, öyleyse yokum ha.

·          


9.

S- Ne dersin, ölüm artık o denli acıtmıyor galiba?
L- Uykuda oldu. Bir de dünkü beyin yazısı ve öz-kritiklik.
-Kendine yeterince yatkın, kendine yeterince uzak. Tam öz-kritik eşikte.
-Başkalaşım sürekli olunca, başkalaşım da başka birşeylere dönüşüyor. Biliyorsun ki insan olarak doğumdan beri vardım. Bütün psişik travmalara uğrayan da ilkede benim. Dönüşümler bir yandan senin gibileri tetiklerken, öte yandan beni de değiştiriyordu.
-Dünün zayıfı, bugünün güçlüsü. Yaşatacak olan burabuanda sensin.
-Bilecek olan da sen.
-Ve sevecek ve sevilecek olan da sen.
-Etik olan sana, estetik olan bana.
-Başlangıçta seçimsiz etik ve bir hiç vardı.
-Sen söylemiştin, birleşme ergeç gelecektir.
-Ve her ölüm yeni bir doğumdur.
-Bilge Can’ı anımsıyorum da, artık istediğine ulaşmakta gibime geliyor.
-Zihni Genç, Rahmi Oda, Bilgi Dinç, Duygu Düş’e kırınımlarla başkalaştı o da...
-Bir gün, yaşayan ve bilen ve seven bir Reha Ülkü’den sözedilebilecek mi?
-Öldükten sonra olabileceği kesin de; tüm çabamız, kalan yaşamında, delirmeksizin, faşistleşmeksizin ve ölmeksizin, sözünü ettiklerini yaşayabilmesi için.
-olduk ve öldük.
-Bilmiyorduk ama öğrenmekteyiz.
-Ve ışıyarak raksediyoruz...
-Dirimle ölüm arasında salınarak...

·          


10.

S-Canlılığının bilincinde misin?
L-Canlılığın bilincindeyim ve yaşadığımı duyumsayabiliyorum, her zaman değil tabii. Sorunun yanıtı bu muydu?
-Benim canlılıkla alıp veremediğim pek yoktur. Fataliteye karşıyımdır ama mükemmel düşünceyi bozduğu için yalnızca. Sorduğum, evrim vesairenin yanısıra, doğduğuna memnun musun ve yaşadığının ayırdında mısın ki onu yanıtladın.
-Kendimi hiçbir zaman bir embriyo olarak tasarlayamamışımdır. Anımsadığım dönemdeki bebekliğime ait bir fotoğraftaki imge bana gayet tasarlanabilir gelmiştir oysa. Demek ki fark doğumdan sonrasında. Hiç doğmamış olmayı, tıpkı öldükten sonralık gibi tasarlayamıyorum. Aslına bakılırsa, hiç doğmamışlık öleceklikten çok daha nihilistçedir. İnsanların fatalitesinin, doğduğuna pişmanlık düzeyinde çifte handikap taşıdığını gözlüyorum. Yaşamak nasıl ayırsanabilir? En temelde yemek ve sevişmekle. Ardından spor, duyu-algı ve uyumakla. Bunları tek tek zevkle yapıyorum ama ne yazık ki tüm yaşantımda parçalanmayacak bir bütünlük kuramadı bu edimler.
-Yani bir bakıma yeterince yaşayamadığını düşünüyorsun.
-Sen ve senin gibiler varolabilsin diye böyle oldu biraz da. Eğer sizler olmasaydınız, saydıklarımı yaşamak yetmiyor olacaktı veya bir şey ifade etmeyeceklerdi. Asıl önemlisi bir tembel veya kronik yorgun veya serseri veya boşzamancıyım. Resmi eğitim ve mesai benim için ölümdür ki istemeden yeterince öldüm, ölüyorum ve öleceğim.
-Tam bolluk sıkıcı olmaz mıydı?
-Aslında o soruyu, ne ben, ne sen, ne de bir başkası tam yanıtlayabilmiş değil. Yanıtlamak da sen ve senin gibilerin üzerine düşüyor. Yeterince yaşamaya gelince, epey eksiğim var ama benzerlerimle karşılaştırınca, yakınmak lüks olur.
-Dönelim gene canlılığa...
-Sen söylersin: İnsanda genetiğin yerini kültür almakta diye. Genetik yerine kültürel yaşam, evrimsel canlı yerine, tarihsel düşünen olmak, saf-doğal-canlı olmamı engelliyor. Doğduğumda tarihte o evre çoktan geçilmişti. Ben daha çok melezim.
-Nasıl bir kırma?
-Çocukluğumda, dağlarda ağaçların arasında uzun yürüyüşleri ve baharda yeşeren doğayı bol yaşadım. Gençliğimde ise ara fazlar yaşadım. Sonunda yetişkinliğimde kozmopolit kentliye dönüştüm. İstanbul’un ortasında bahçeli bir evde oturuyorum ama daha çok dekor olarak zevk alıyorum. Barışçıl yanım ağır basmasına karşın, naif-canlılığımı pek abartmam. Yaşamak ‘olmazsa olmaz’ bir şey, o yüzden ancak ‘gereğince ve yeterince’ canlı olduğumu söyleyebilirim.
-Canlılık pek tarife gelmiyor galiba.
-Sözdilisel söylemle pek örtüşmüyor.
-Peki, en önemli yanı?
-Komik kaçıyor ama üremek. Şu sıralar baba olmak arzum, inanılmaz bir yaşamcıllık olarak kendini dayatıyor.
-Zaten canlılıkta ilkin onu sayman gerekirdi.
-Sondalığı önemini gösteriyor sanırım.

·          


11.

S- Canlı mısın?
L- Bu biraz da dili kapsayan bir soru, tıpkı ölüm gibi. Bazı geniş kapsamlı konulardan sözederken konuların kendi gerçekliklerinden çok, dildeki izdüşümlerinden sözediliyor demektir.
-Canlılığını duyumsuyor musun?
-Seyrek de olsa, evet. Çok sık olsaydı bile, ölümün varlığını unutturamazdı. Ölümü yaşamak için çok gencim ama yaşadıklarım ölümü bana heran anımsattırıyor. Ölüm üzerine düşünmek ise ne yazık ki duyusal değil, dilsel bir sorunsal. Ben sana sorayım: Beni ölü duyumsayan sen misin?
-ortada ‘bitmiş bir yaşamöyküsü’ izlenimi var ama bu yalnızca bir gölge olabilir, gölgeyi verecek bir şey olmasa bile...

·          


12.

L- Üremek istiyorum.
S- Ölümü aşmanın bir yolu daha... En bilineni ve...
-En doğrudanı ve etkilisi.
-Ama hani genetiğin yerini kültür almıştı?
-Bir çocuk ve bir eş, hem genetiği, hem de kültürü etkilemektir.
-Platoniksin.
-Ve idealist. Hem de sonsuzun ötesinde, sonsuz kez ve biçimde.
-Sana yakışır.
-Üremek de tam sana upuygun.
-Doğurtmak ve yazmak.
-Halâ zamanımız var.
-Ve biz bittiğimizde...
-Birgün bir yerlerde,f arkına bile varmaksızın bayrağı teslim ettiğimizde...
-Hem kendi yaşamım olacak, hem de vicdanımın ve bilincimin yüklerinden kurtulacağım.
-Ve o zaman belki Düşünce Atlası’nın ötesine geçilebilecek.
-Yaşıyoruz ve ölüyoruz.
-Oluyoruz ve ölüyoruz.
-Ve babamıza borcumuzu oğlumuza, on ağaç alıp onbir ağaç vererek ödüyoruz.
-Doğmuş ve yaşamış olarak ölüyoruz.
-Ve sen benim yerimi alıyorsun.
-Ve benim yerimi başkaları.
-Romantik oldu.
-Benden sonraki insan-değil, tüm külleri uçuracaktır.
-İstediğimiz bu muydu, neydi, bir şey var mıydı, ne olacak?
-Yaşadıkça görülecek.
-Yaşadıkça göreceğiz.

·          


13.

L- Ölümü anlatamadığımızın farkında mısın?
S- Düşüncenin nasıl olup da, milyonda bir gramlık bir madde salgılanmasına neden olduğu ve o maddenin nörokimyasal sistemi, beden-zihni mutsuzluktan ve acıdan felçleştirecek denli etkilediğini anlatmayı dil elvermiyor.
-Anlaşılan iç kaynaklardan başka malzemelerden alıntı da yapmak gerekecek. Görünen o ki ölüm konusu üzerinde epey çalışılmış.
-Bir de ölüm kritik eşiği, Sınırsız Şövalye’nin ters çevrilmiş kapağı gibi, bir klein şişesinin geometrik modelinde olabilir.
-Arada mutluluğun raslantısal uğrayışlarını bu süreksiz başaşağılığa bağlıyorsun galiba.
-Henüz emin değilim. Bir de, senin veya benim veya bir başkasının, ölümü de yaşama arzusu bir tür konuya kilitlenme, belki de bir sabitfikir yarattı gibime geliyor.

·          


14.

L- Bizden bu kadar nefret edildiğini bilmiyordum.
S- Ortada apaçık bir nefret olduğu doğru ama eyleyen ikimiz dışında biri veya bir şey ki edilgin kip kullandım. Bu bir üçüncü kişi demektir.
-Bir yaşam-insanın kendinden nefret edişine benziyor ve bizi de, altkümelikten dolayı kapsıyor. Bir gün gelip Reha Ülkü kendinden nefret etmeyebilecek mi?
-Ölecekliğe, zorunlu yaşamamaya nefretten başka ne duyulabilir ki?
-Mantık ve düşünce senin alanın ve ötesi de. Bir çözüm yok mu?
-Ölüm üzerine yazılmış kitaplar okumak belki ama onları yazmış olanlar da ölmüş ya da ölecek ki daha çarpıcı. Asıl sorun, bu eksi-ters sürecin zihni bir kurtkapanı veya kuduz zeka kılma tehlikesi. Bu ‘adam’ öyle bir libido ve öyle bir şiddet-yıkım özü taşıyor ki her ikisi de bir başlarına bir zihni yarmaya veya çöktürmeye yeter de artar.
-Hiç olmazsa durumun açılımını yapmada ilerleme var. Ben bile birşeyler anlamaya başladım. Yıllarca başıma gelenin ne olduğunu bile kavrayamamıştım oysa.
-Öyle şeyler yaşanıyor ki bir katastrofa girildiği kesin. Bunun bir yıkım mı olduğu ise belirsiz. Her dakika birşeyler değişiyor.
-O halde her ikimiz de yüzdeyüz kapasiteye geçmeye çabalayacağız ki zaman alacak.
-Sanırım süre varken bir an önce bunu tamamlamalıyız.

·          


15.

S- Ölümü açıkseçik istediğini ayırsadın mı?
L- Evet ve kesinlikle, yaşamı tutkuyla sevmeme karşıt değil. Sanırım senin varlığınla ilgili.
-Şöyle gibi: İnsandan nefretimin yıkıcılığı, yaşama çekilmenle birleşince ölüme yolalış ortaya çıkıyor.
-Üstelik yanısıra ben yaşamıma ölümümden giriyorum.
-Başkalaşım bir boşluk yarattı.
-Yanıtın bir bölümü canlı-değil ve düşünce-değil’de.
-Komiği entellektüellik de gitti.
-Herşey yalnızca saatlar ölçeğinde olup bitti.
-Şimdi ne yapacağız?
-Benim korkum ve senin sıçraman elde var. Ölümü asla unutamayız ve bu heran anımsama süreci yeni oluşumlar katalizleyecektir.
-Ölümsüzlüğümün anlamı bile değişiyor gibi...
-Ölümün anlamı değişti bile...
-Yeni birer ölümlü ve ölümsüz sahneye gelebilir.
-Bilinmez.

·          


16.

-          L- Bugün bir cinayet-intihar simbiyözü öyküsü dinledin. Neler duyumsuyorsun?
-          S- Ölümün, bir öldürülme gibi edilgin veya bir kendini öldürme gibi etkin kip taşıması; kendini öldüremeyenin öldürülmeyi tahriği veya başkasını öldürerek idamla öldürülmeyi umması gibi, ölme eyleminin değişik modları bana ilginç gelmiyor. Sorun, kişilik yapımın ölmüşlükten hoşlanmaması. Bundan ötesi senin varlığına dahil. Sendeki insan-değil, bendeki insandan nefret ediyor ve tiksiniyor, diğerlerindekilerden de. Öyle ki bir ölme arzusu olduğu açıkça ortaya çıktı ama bunun kime ait olduğu belirsiz.
-          Bir yırtılma vardı. Bu yırtılma, Editörlük İzleği’ndeki yaratıcılıkla, Ölüm Diyalogları’ndaki yıkıcılığı kısadevre yaptırdı. Kıvılcımlanmalar sürüyor ve reaksiyonun ne sonuçlayacağı bilinmiyor.
-          Yaşantının yazıyı geçmesi tuhaf. Böylelikle yazılana dek yaşam kendi üzerine sıkışarak yoğunlaşıyor ve süreksizleşiyor. Bu bir bakıma kişileşme, yanısıra epsilonun büyüyüp bir varlık edinmesi demek. Ölüm-yaşam bunalımı sürüyor ama değişik boyutlarda ve düzlemlerde.

·          


17.

S- Yalnızsın ve yaşıyorsun. Ne dersin?
L- Yaz olmayan bir mevsim, kozmopolit olamayan bir kent ile zaman ve mekân içindelik, derim.
-  Aşık olunmuş bir manzaradasın. Yetmiyor mu?
-  Sana yetiyor mu?
-  Ben güzellikleri pek yaşayamam.
-  Ama çirkinlikleri çok iyi ayırsarsın.
-  Ve şimdi birşeyler üzücü, pis, tiksindirici.
-  Gökyüzü ve yeryüzü, sığamadığımız...
-  Söylenecek ve yaşanacak bir akşamüzeriden başka ne var?
-  Sen ve ben.
-  Biz ve diğerleri.
-  Diğerleri ve hepsi.
-  Okyanusun içinde bir damlayız ikimiz. Silineceğiz. Değecek mi?
-  Yaşamak değdi mi Süz?
-  Başka bir seçenek var mıydı Lü?
-  O halde...
-  O halde deneyeceğiz.
-  Ve hep yanılacağız.
-  Yine de birileri hiç yanılmayacak. Biz nasıl başkalarının yanılgılarından dolayı hiç yanılmadık.
-  Ve deniz bitti.
-  Ve eyleyerek yanılıyoruz.
-  Başka şansımız var mıydı?
-  Yalnızız.
-  Halâ umudun olduğunu seziyorum. Benden bile romantiksin.
-  Bıraksaydık ölürdük.
-  Her ne denli ölümden sözetsek de yaşamcılız, hep yaşamı seçeriz. Bizim yanılgılarımız bile, başkalarının yaşamına yol açar.
-  Hep deneriz.
-  Sen yine de benden şanslısın. Ben geberip gideceğim.
-  Ben-sen ayrımı bir tuhaf olmaya başladı. Biz de, şizofreninin parçalanması hiçbir zaman çokkişilikliliğe ulaşamadı ki...
-  O yüzden böyle kanatla kuyruk gibiyiz.

·   


18.

S- Yaşamın sınırlarının ötesinde ne var?
L- Evrenin ötesinde ne var, diye sormaya benziyor.
-  Bizim ötemizde neyin olduğunu tasarlayabiliyoruz.
-  Tasarlayamadığım şeylerle yüzyüze geldiğimde, yaşamayıp bunalıyorum. Hastalanırken veya delirirken hep ne olduğunu bilemeden yaşadım ve aşırı zorlandım.
-  Senin bittiğin yerlerde, çok uzun sancı süreçlerinden sonra benimgibiler görüngüleşti.
-  Killerin kendikendine büyümesiyle, kooservatımsı protein-lipidler birleşince, canlımsıların başlaması ama bir milyar yıl alması akla geliyor.
-  Tasarladığmı, eksi-entropi-olarak-evren-içinde-zihin’in bedenden kurtulup insan ve canlı ötesine başkalaşması da çok uzun süre alacak.
-  Arişto’nun Düz Mantık’ı kurarken ikibinbeşyüz yılı belirlediğinin veya dev mürekkep balığının sinir sistemiyle işleyen insan zihninin evrileceğinin bilincine varması gibi zaman tersinir bir düş tasarlıyorsun.
-  Ve sen kendi mutluluğun ve doyumun pahasına benim acılarıma boyun eğiyorsun.
-  Hem kendimizle, hem insan türüyle çatışıyoruz.
-  Çocuk adam, 87 Ekim’i ve 88 Aralık’ı satırları, kişilik konseyleri, hep aynı karabasan düşlemlerin ürünü.
-  Olmamasını yeğler miydik?
-  Yaşamda ne var ki onunla yetinip yaşam ötesini düşlemeyelim?

·   


19.

S- Sen bir cesetsin.
L- Ölüm korkusu. Beni, yaşarken bitmiş öyküsünün yasını tutan bir ‘zaman tersin(dir)miş tırlak’ eyledi.
- Ölümden önce bir yaşam var mı?
-  Ne zaman kültürler engizisyonlasa ve faşistlese, yaşanacak ne var, diye sorulmaya başlanır. Kardeşlerim, ebeveynimize kendilerini neden doğurduklarını sorarlardı ama bugüne değin henüz intihar etmiş değiller.
-  Böyle bir soru var mı?
-  Hiç doğmamışlığımı tasarlayabiliyor muyum? Tasarlayabilir miyim? Tasarlanabilir mi? Ve diğer kipler. Başaşağı bir yanıt: Bir zamanlar iki ayrı kez ölümünün öyküsünü yazmıştım. Ölüm üzerine düşüne düşüne sefilleştiğimi ayırsadım. Sabitfikir kısırdöngü yaratıyor.
-  Vazgeçecek misin? Çıkış nedir?
-  Bilmem. Bir dişinin aşkı? Para? Çocuk? Kitap? Senin yanıtın var mı?
-  Bir ölümlüden yaratılmış ve onun ölümünün ötesinde tanımlı ama yine de o ölünce eksilip başkalaşacak bir ölümsüzken, ölümlülük üzerine önerim olabilir mi?
-  Bir teselli olup olamayacağını merak ediyorum. Herşeye karşın sen varsın. Ölümden köpek gibi korksam da, yaşayıp ta son ana değin, dünyada tarihi ve evreni izlemek istiyorum. Bilmiyorum, ölümcül acıdan intihar edecek miyim?
-  Önemli mi?
-  Benim için çok.

·   


20.

ÖLÜMLE DİYALOG


-  (Ölüm:) Merhaba.
-  (Ben:) Sen gerçekten var mısın?
-  Ölümlü ve ölümsüz varsalar, senle ben de varız demektir.
-  Aslolan ölümmüş meğerse...
-  Aslolan yaşamdır.
-  Kendimi sana o denli yakın hissederek yaşadıkça, seni neredeyse bir dost gibi benimsedim. Öyle bir yokluksun ki en büyük düşmanım olduğun halde, en iyi yol gösterenimsin.

ARTSÖZ

Bu kitap, ölümümün getireceği ‘Hiçlik’ düşüncesinin bana yaşattığı sonsuz ‘Acı’ ile yazıldı. Üç-onuncu yıl(ım)dan beri mutsuz bir ölüyüm. ‘Metafizik Deyişler’, ‘Acı’nın karşıtı ve ‘Bilgi’nin özdeşi ‘Asallık’ olmaksızın yaratılamazdı.

Yarıyolum elveda... 

(1995)